13 Ağustos 2010 Cuma

Hücre'nin Hikayesi - Veda



Eminim ki hiçbir zaman unutmayacağız Hücre'yi. Uzüntülerim ya zamanla azalacak ya da artacak. Bunu şimdiden kestirebilmek zor.

Geçen hafta gittiğimiz kontrolde doktor herşeyin iyi gittiğini; ama kesenin hala orada olduğunu ve birkaç gün içinde onun da çıkacağını söyledi. Peki ya tuvalete düşen o gri, ciğer gibi parça neydi o zaman? Son günlerdeki kanamalar yerini lekelere bıraktığından ben herşeyin bittiğini düşünüyordum. Oysaki Hücre hala içimdeydi ve ben hala ölü bebeğimi taşıyordum. Son günlerde artan başağrılarımın da hormonlar yüzünden olduğunu söyleyen doktor, bir hafta sonrasına tekrar randevu verdi. Ertesi gün işe giderim diye planlar yaparken birden yine bir bilinmezlikle karşıkarşıyaydım. Görünürde bir problemim yoktu; ama ya o sancılar, ağrılar ve şiddetli kanamalar işyerinde başlarsa ya da yolda. Öylesine çabuk ve ani geliyordu ki, ağrı kesici etkisini gösterene dek yerlerde kıvrandığım olmuştu. İş yerime son bir ricayla haftasonuna dek evde kalacağımı söyledim. Herşey haftasonu bitmeliydi.

Günlerdir evde kalmak, yemek bile yapmadan tüm günü bilgisayar karşısında gebelik/düşük forumlarını okumak, soru sormak, başkalarına cevap yazmak arada uyumak ve kitap okumak bana artık sıkıcı gelmiyordu. Aksine dışarı adım atmak, insan içine çıkmak, birisiyle muhabbet etmek yapmak istediğim son şeylerdi. Şimdi bir an önce kesenin düşmesini sağlamam gerekiyordu. Düşük yapmayı hızlandıran birşey bulamadım araştırmalarımda; ama doğumu hızlandıran birkaç makale ufkumu açtı. Ne de olsa bu da bir çeşit doğum sayılırdı. Yürümenin faydası olduğunu okudum. Dışarı çıkmak bile istemiyordum; ama düşüğün bir an önce tamamlanması için buna mecburdum. İçimde parça kalırsa ve ameliyat olmak zorunda kalırsam durum daha kötü olurdu. Eşimin ısrarı ile ertesi sabah ona tren istasyonuna kadar eşlik ettim. Evde de çömelir veya bağdaş kurur şekilde geçirdim günü. Gece yatmaya hazırlanırken ağrılarım başladı 11 civarı. Başta hafifti, ağrı kesici almak istemedim. 15 dakika içinde kasıklarım patlayacak gibi acıyordu, iki ağrı kesici birden aldım. Eşimi sıcak su torbası yapması için mutfağa gönderdim. Yerimde duramıyor, gözyaşlarıma da engel olamıyordum. Sanırım Hücre ile veda zamanı gelmişti. Bebeğim bana daha fazla tutunamayacaktı. Eşim gelene dek ağladım durdum.

Geceyarısını Youtube’dan animasyon filmler izleyerek geçirdik. Şekilden şekile giriyor, ağrımı yine de dindiremiyordum. Saat 2’ye doğru yatağa yatalım dedim; belki yorgunluk ve acıdan sızarım diye. Henüz keseye benzer birşey düşmemişti. Sabaha dek bir uyur bir uyanık döndüm durdum. Ölü, ufacık bir bebeği doğurmak bu kadar zorsa, asıl doğum nasıl olacaktı? Tabii eğer birgün tekrar hamile kalıp bu düşük olayına yakalanmayan %75 arasına girersem...

Ertesi gün hafif kramlar ve hafif kahverengi ve kırmızı akıntılar dışında birşey olmadı. Kendimi toparlamaya karar verdim. Bu şekilde hayata küsemez, eşime daha fazla yakınamazdım. Hücre ister içimde ölü olsun, ister dışarı çıkmak istemesin benim hayatım devam ediyordu ve onu örtüler altına saklanıp ağlayarak geçirmemem gerekiyordu. Duştan çıkınca günlerdir ilk defa kendime özenenerek giyindim. Cuma olduğundan eşim normalden erken gelip beni parka yürüyüşe götürdü. Parkta birçok bebekli insan görmek, niye ben niye onlar değil sorularının yinelememe neden oldu. Biliyorduk ki cevabı yoktu. Eşim dışarda yemeği teklif etti; ama ya ağrılarım başlarsa ya da restoran tuvaletine düşerse Hücre düşüncelerim eve doğru yol aldırdı bize. İyi ki de öyle yapmışız. Eve dönünce tuvalete girdiğimde ince, damarlı ve kanlı dokunun uzayarak vajinamdan sarktığını gördüm. Biraz zaman verip tuvalette oturup birşeyler okurken, tuvalet içine düşen birşeyin sesiyle irkildim. Hemen kalkıp dikkatlice baktım. Sönmüş balon gibi birşeydi; patlamış kese olması muhtemeldi. Eşime seslendim; çubuk gibi birşey bulup biraz kurcaladık doktorun kesinlikle yapma demesine rağmen. Başta korkup “Boşver, sifonu çekelim” dedik; ama sonra iyice bakınca fasülye tanemizi gördük. Gerçekten de internetteki resimler gibiydi. İri bir fasülye şeklinde ve kocaman bir kafa. Eşim benim çok üzüleceğimi umduğundan gözleri bendeydi sürekli; ama tersine ben çok ferahlamıştım. Nerdeyse mutlu oldum. Hücre’nin hücre olmadığını görmek ve vücudumun bir canlı -fasülye kadar da olsa- meydana getirdiğini görmek beni hayrete düşürdü. Karnımın içinde bilmediğim, hissetmediğim, görmediğim bir şey olmaktansa bildiğim ve gördüğüm bir minyatür bebekti artık. Kendimle gururlandım. O gece ferah ve huzurlu geçti.

Ertesi sabah uyanıp tuvalete gittiğimde vajinamdan büyük ve sıcak bir şeyin akıp tuvalalete düşmesi bir saniye içinde olup bitmişti. Hemen baktım ve iri bir kayısı büyüklüğünde, sert ve kanla örtülü garip bir parça gördüm. Bu mu keseydi diye düşünürken eşim sifonu çekti. Önceki akşam gördüğüm fasülye tanesi çok netti, bu kese olamazdı, emindim. O gün hemen çarşıya çıkıp bebeğimi hatırlamak için bir tavşancık ve her zaman takmam için hücre gibi taşı olan yüzük aldık. Gene bebekli ve hamile insanlar gözüme girdi. Eşim “Yeni bebek çalışmalarına ne zaman başlayalım?” diyerek konuyu dağıtmaya çalışıyordu. Zaman zaman gelen ufak gözyaşlarımdan sonra evde tavşancığıma sarılmak bana iyi geliyordu. Eşim de baştan “Kendini kaybetme, o gerçek değil” dese de kendi de çok sevmeye başladı Bala’yı. Ona Hücre diyemezdim, hüzün kovan kuşu olmuştu benim için; ama kısaca Bala...

İlk iş günüm, işyerinde kimsenin beni hamile bilmemesine rağmen, kötü geçti. En son buradan ayrıldığımda kendimi hamile biliyordum. En son buradaki tuvalette görmüştüm kahverengi lekeyi ve anlamıştım Hücre’yi kaybetme ihtimalini. Öğleden sonra hamile bir arkadaşımın bebeğinin cinsiyetini öğrenip eşiyle birlikte son bebeksiz tatillerine gittiklerini duydum. Onun için çok seviniyordum elbette; ama niye ben demeden duramıyordum gene. Eve gittiğimde kendimi yatağa atıp, Bala’ya sarılıp ağladım. Çok ağladım bu defa. Eşim geldi, güldüremedi beni, durduramadı gözyaşımı. “Haklısın ağla, senin en doğal hakkın” dedi. “Sen de anne olacaksın en kısa zamanda” dedi. “Arkadaşlarım karınlarında bebekleriyle uçağa binip tatillere giderken ben bir tavşana sarılıp ağlıyorum, bunu haketmiyorum” dedim.Bir kontrol delisi olmak istemediğimi, ama hamile kalırsam hergün içten içe çıldıracağımı, uçağa binmeyeceğimi, güneşe çıkmayacağımı, evden ayrılmayacağımı; aslında böyle biri olmak istemediğimi, ama böyle manyak biri olacağımı anlattım hıçkırıklarım eşliğinde. “Haklısın, sen bunu haketmedin; hamile kaldığında daha sık kontrole gideriz” dedi.

Ertesi hafta doktora gittiğimde anlattıklarıma bakarak ve beni muayene ederek herşeyin yolunda olduğunu söyledi. Hemen hemen herşey düşmüştü ve birkaç gün daha ufak kanamalar olacaktı. Zaten toplam 15 gündür kanamam vardı. Uterusum eski haline dönüyordu ve bu da hafif sızlama ve ağrılara neden olabilirdi. Bu kadar çabuk sürede vücudum kendine geldiği için aferim aldım; ama bu genel bir moral yükseltme övgüsü olmalıydı. Altı hafta içinde tekrar regl olacağımı ve ondan sonra hemen bebek yapabileceğimizi söyledi. Kan testi sonucu hCG hormonu seviyesi 12 çıktı; sonuç çok iyiydi. Aklıma rubella (kızamıkçık) hastalığını sormak geldi. Hamilelikte bu hastalık çok tehlikeliydi ve annenin yakalanması halinde bebek mutlak bir sakatlıkla doğardı. Annemin aşı olup olmadığımı hatırlamadığını söyleyince hemen kan testi yaptı ve sonuçlarını iki hafta içinde alabileceğimi söyledi.

Bazen bir an önce tekrar hamile olmak istiyorum, bazen hamile kalırsam Hücre’ye ihanet edip onu unutacağım gibi geliyor. Bazen de hiç hamile kalmamalıyım diyorum. Çünkü hiç biri bu ilki gibi heyecanlı, mutlu ve umut dolu olmayacak. Bu da benim cezam olmalı.

Eminim ki hiçbir zaman unutmayacağız Hücre'yi. Hep seveceğiz. Hep gözümüze dolan bir yaş ve buruk bir mutlulukla hatırlayacağız.


Resmin kaynağı:http://www.flickr.com/photos/norerun/3364619699/


2 Ağustos 2010 Pazartesi

Hücre'nin Hikayesi - Gözyaşı

Hücre'nin bize yaptığı güzel sürprizle başlayan mutlu ve umutlu günler ancak 9 hafta 5 gün sürdü. İlk 4 hafta varlığından habersiz olduğumuzu sayarsak, 5 haftada insan görmediği, dokunmadığı ve bilmediği (belki de içten içe bildiği) bir canlıya nasıl da çok bağlanıyor?


Yürüyüşten döndüğümüz Pazar gecesi boyunca ve ertesi sabah kahverengi akıntıdan eser yoktu; epey bir ferahladım. Herşey normaldi, 10. haftaya hoşgeldiniz belirtileriydi demek. İşyerinde günlerden pazartesi olmasına rağmen kendimi iyi hissediyordum. Sabahki takım toplantısında birkaç hafta sonra burada yapacağım hamileliğime dair açıklamayı düşündüm ve insanların verecekleri tepkileri. Tüm gün birkaç gün sonraki kan testlerini ve doktora neler soracağımı planlamakla geçti. Mutlu son dediğim 12. haftaya yaklaşıyorduk ve Hücre beni hiç üzmemişti bugüne dek. Eşim de yurt dışına gidiyordu iş için birkaç günlüğüne bu hafta ortası. Bebişimle ben yalnız kalıp film izleyerek tembellik yapacaktık koltukta akşamları. Hücre'yi düşünmekten iş yapamaz duruma gelmiştim. Daha şimdiden böyleysem önümüzdeki aylarda neler olacaktı acaba?


Akşamüzeri tuvalete gittiğimde küçük parmağımın tırnağı kadar kahverengi bir leke gördüm günlük pedimde. Onun dışında başka salgı da yoktu, birdenbire kesilmişti sanki. Önce umursamadım, normaldir diye. Sonra internette araştırdım birkaç dakika. Ardından eşimi aradım; "Çıkalım mı hemen?" dedi benden telaşlanıp, "Gerek yok, sanırım normal genelde bu ufak lekeler"dedim. Dayanamayıp tekrar tuvalete gittim bir yarım saat sonra ve bu defa biraz daha fazla leke ile tuvalet kağıdına akan yapışkan kahverengi salgıyı görünce panikledim. İş arkadaşlarıma birşey uydurup eşimi aradım "Hemen çıkıyorum, acil doktora gidelim" diye.


Eşim ben eve varmadan randevu ayarlamıştı bile. Doktora şikayetlerimi söyledikten sonra bana bu tür akıntıların normal olduğunu, yine de endişelerimi gidermek için acil bir ultrason ayarlayacağını, durumun düşükle sonuçlanması halinde yapılabilecek birşey olmadığını ve bunun doğanın kanunu olduğunu anlattı. Karnımı muayene ettikten sonra bana iki gün sonrası için ultrason tarihi verdi. Biraz ferahlamış olarak çıktım odasından. Evde o akşam 12. hafta taraması ve kan tahlili için hastaneden gelen belgeleri okudum. Eşim kan tahlili gününde burada olamayacağı için onunla ilgili bilgi isteyen formları doldurduk. Ailelerimizde diyabet, kalp, damar tıkanması, akli dengesizlikler gibi hastalıklar olup olmadığını sorguluyorlardı. Neyse ki anne babalarımız son derece sağlıklıydılar. Son tuvalet ziyaretinde de korkulacak birşey olmadan yattık Pazartesi gecesi. Hala endişeliydim elbet, içimde neler oluyordu bir bilsem. Eşimle hep ne olursa olsun da sağlıklı olsun derdik; hastalıklı veya sakat olacaksa erkenden bilip önleyelim derdik; ama hiçbir zaman gerçekleşeceğini düşünmemiştik.


Son zamanlarda her gece olduğu gibi yine tuvalete kalktım sabah olmadan. Geniş bir kahverengilik vardı pedimde. Uykum kaçtı, olabilecekleri düşünmek bile istemedim. Şimdiye dek herşey sorunsuzdu, ne olmuştu birdenbire? Sabah tuvalette tekrar kahverengi rengi görünce işe gitmemek için bahane uydurdum. Bugün dinlenmem kanamayı engellerdi belki. Gün boyunca yatarak internetteki forumları okudum, forumlara yazdım. Herkes normal bunlar 9. haftada derken, akşamüzeri kahverenginin kırmızıya dönmesiyle fenalaştım. Ertesi gün olsa da ultrasonda Hücre'yi görsek diye tutuşuyorduk ikimiz de. Akşam başlayan ve birkaç saat süren regl sancısı türü hafif ağrılar Hücre'yi görebilme umutlarımı azaltmıştı gece yarısına doğru. Eşim ise "Şimdiden kötü düşünme, benim içimde umut var; göreceğiz Hücre'yi suyun içinde elini bacağını oynatırken" diye avutuyordu beni.


Çarşamba sabahı yumurta beyazı kıvamındaki kahverengilikten sonra eşime çok umudum kalmadığını, hastane odasında göreceklerimiz karşısında kendisini hazırlamasını söylesem de o hala pozitif düşünmeye devam ediyordu. Nihayet saat geldiğinde ikimiz de hazırdık, özellikle ben elimde 1.5 litrelik su şişesiyle. Başımıza ilk kez böyle bir olay geliyordu, ultrason odasında bulunacağımız belki de bebeğimizin kalp atışlarını duyacağımız ya da malesef ile başlayan cümleyi duymak zorunda kalacağımız. Son derece korkak ve panik bir insan olsam da bu tür hastane durumlarında bu defa inanılmaz derecede cesaretliydim. 1.5 litrelik suyu içtikten sonra hafif loş ve küçük odaya girdik. Doktor birkaç bilgi istedikten sonra (son regl olduğum tarih vs.) beni yatırdı ve karnıma jel sürdü. Eşim de ben de gözlerimizi ekrandan alamıyorduk. Garip olan başkalarında gördüğümüz scan resimlerine benzer birşey göremiyor olmamızdı; ama ikimiz de sesimizi çıkaramıyorduk. Ölçümleri yaptıktan sonra doktor durumun biraz garip olduğunu, bebeğin boyutlarının 9 haftalığa değil de 6 haftalık bebeğe uyduğunu, verdiğim regl tarihlerine emin olup olmadığımı sordu. Adım gibi emindim regl dönemine; çünkü bebek yapmak için takip ediyordum aylardır. "Bir de içerden muayene edelim" dedi, beni tuvalete gönderip içtiğim 1.5 litre suyun baskısını hafifletmemi istedi. Sonuç değişmemişti. Hücre hala 6 haftalık görünüyordu malesef. "Bu gördüklerim ve senin kanamayla ilgili anlattıkların pek hoş görünmüyor" dedi. Kanamanın nereden kaynaklandığını gösterdi, çok önemli değildi. Ama asıl sorun Hücre'nin büyümesinin durmasıydı. "Haftaya tekrar gel, bakalım bebeğin boyutlarına tekrar, bir değişiklik olacak mı?" dedi. Eğer bu arada düşük olayını yaşarsam neler yapmam gerektiğini söyledi "Yanında ağrı kesici bulundur ve işe gitmemen için sana iki haftalık rapor yazıp göndereyim" dedi. Hala garip bir şaşkınlık vardı bende, niye işe gitmemeliydim ki. Eşime dönüp "Çok uğraşmış mıydınız bu gebelik için?" diye sordu. Sürpriz oldu bize diye verdiğimiz cevap karşısında "Çok iyi, ilk regli gördükten sonra hemen tekrar hamile kalabilirsin" dedi. Ya olayları kavrayamamış ya da şokta olduğumdan bu olup bitene çok normalmiş gibi tepkiler veriyordum. Doktorun ilgisi ve tepkisi bile benimkinden fazlaydı.


Eve dönüş yolunda olabileceklerden konuştuk yine normal iki insan gibi. Evin sokağına vardığımızda nereden geldiğini anlayamadığım bir ağlama krizi başlamıştı bile. En çok yakındığım şey ise 3 haftadır nasıl farkedememiş olmam ve niçin bizim başımıza geldiğiydi. Çok yakın üç arkadaşım hamileydiler ve tehlikeli dönemlerini atlatmıştı hepsi. Durup başlayan ağlamalarım dışında herşey hala aynıydı, hala hamileydim ve Hücre hala içimdeydi. Belki de haftaya büyümüş görecektik. Eşim iş için yurt dışına gidecekti o akşam, ama bana soruyordu "Kal dersen kalırım" diye. Hiçbir şikayetim yoktu ki ağlamak dışında, hem o etrafta değilken daha rahat ağlar, yasımı tutardım. Eşim haftasonuna dek işe gitmemem için beni ikna etti. İşyerine haber verdim. Tabii hamile olduğumu bilmediklerinden, gözümde bir enfeksiyon olduğunu söyledim. 


Eşimi yolculadıktan sonra oturup forumdaki arkadaşlara son haberleri yazdım. Eşim ve onlardan başka kimsem yoktu ki bu felaketi paylaşabileceğim. Tabii bu arada uzun ve acılı ağlama krizlerim oldu. Bunların hepsi normaldi. Öyle diyordu herkes. O gece bir tarafta eşim bilgisayar karşısında Skype'tan bana destek verirken bir yandan film izliyor gibi yapıyor, bir yandan da hafiften başlayan kasık ağrılarımı parasetamol alarak dindiriyordum. O gece yatağımın altına kocaman bir muşamba serdim. Okuduğum düşük öyküleri yatak batıran cinsteydi. 


Perşembe günü sabaha karşı uyandığımda tuvalete gitmeye korkuyordum. Neyse ki ortada korkulacak birşey yoktu, henüz. Eşime dışarı çıkıp alışveriş yapacağıma dair söz vermiştim biraz değişiklik olsun diye; ama gelip giden ağlama nöbetleri yüzünden dışarı çıkasım yoktu hiç. Tüm günü hafif ev işleri, internet muhabbetleri ve televizyon izleyerek geçirdim. Akşamüzeri 18:00 civarında başlayan ağrı 10 dakika içinde parasetamola koşmamı gerektirecek şekilde gittikçe güçlendi. Hazır hala ayakta durabiliyorken yiyecek birşeyler hazırlamaya giriştim, ayakta olduğumdan mı nedir ağrı şiddetlenmeye devam etti. Ben de bir yandan ağrılara dayanmak için mecburen de olsa yemem gerektiğini bildiğimden salata yaparken bir yandan da Hücre ile vedaşlaşmaya başladım. Biliyordum ki artık beni bırakıyordu. Onu ne kadar çok sevdiğimi, ondan sonra tekrar hamile kalırsam hiçbir zaman Hücre'ye duyduğum heyecanı hissetmeyeceğimi, çünkü Hücre'nin hayatımıza çok güzel bir sürpriz yaparak geldiğini, ondan kimseye bahsetmediğim için unutulmayacağını çünkü onu teyzesine ve anneannesine geç de olsa anlatacağımı, şimdi yukarıda büyük dedeleriyle birlikte olduğunu, onu hatırlamak için kendime bir takı alıp sürekli takacağımı ve hatta belki bahçeye onun için bir ağaç ekebileceğimizi anlattım. Bunları konuşurken arada hıçkırmaktan nefessiz kaldım, arada kendime deliriyor muyum acaba diye sordum. Bir ara çömeldim ağrı dinsin diye, bir ara gidip uzandım. Salata bittiğinde saat akşam 9'du. Diğer ağrı kesiciyi almak için bir yandan ağlayıp bir yandan zorla yedim. O arada kızkardeşim aradı; ona birşey farkettirmeden telefonu kapatmayı becerdim. Eşim hala yurt dışındaydı, hala otel odasına dönmemişti. Emindim ki işi biter bitmez bilgisayarın karşısına geçerek beni avutacaktı. 


İkinci ilaç sonrası sıcak su torbasının etkisiyle gece 11'e dek koltukta uzandım. Bu arada eşim bilgisayar ekranında karşımda, beni yalnız bırakıp oraya gittiği için kendine kızıyor, arkadaşlarımızı arayıp eve göndermeyi teklif ediyor, sabahki ilk uçak saatine bakıyordu. Bense o an etrafımda kimseyi göremeyecek ve istemeyecek kadar acılar içerisindeydim. Her tuvalete gidişim korkutuyordu beni, kanamalar artmıştı; normal regl kanamasından daha fazla, salgılı ve parçalıydı. Bir yandan eşime kulak veriyor, bir yandan başıma neler geldiği ve geleceğiyle ilgili yazılar okuyordum ağrı elverdiğince. Gece yarısına doğru kasılmalar sıklaştı. Ağrının ne zaman geleceğini anlar olmuştum. Eşim dakika tutmaya başladı kasılmaların sıklığını ve uzunluğunu ölçmek için. Kendimi kuytu bir köşeye saklanmış doğum yapmaya çalışan kedi gibi görüyordum. Bazen örtüyü kafamdan aşağı çekiyor, eşimin beni acıdan ağlayarak görmesine engel olduğumu sanıyordum. O ise "Ağla aşkım, X'i arıyorum, gelip seni hastaneye götürsün, ne işim var benim başka ülkede, dayan aşkım..." diye saçlarını yoluyordu karşımda. İki dakikada bir giren ve ağrı kesicilerin etki bile etmediği kasılmalar doğum yapsam böyle olurdu heralde dedirtti. Arada bir tuvalete gidiyordum belki daha rahatlatır diye, ama her gidişim dönüşteki yeni ve güçlü kasılmalara neden oluyordu. Kasılma bittiği an kendimi hiçbir yeri ağrımayan, sağlıklı bir insan gibi hissediyor, iki dakika geçmeden tekrar acıdan gözüm dönüyordu. Geceyarısını geçmişti saat; acaba sabahı görebilecek miydim? Bu kuşkularımı eşime belli etmemeye çalışıyordum. Orada zaten çaresizdi. 


Gözlerimi karartan sancı bitmek bilmiyordu, eşimin önceden tuttuğu dakikalara uymuyordu. Saç telimden ayak tırnağıma kadar kasılmıştım. Bilseydim bunların başıma geleceğini eşimi yollar mıydım, doktora sormamazlık eder miydim neler olacağını? Ben ki eşimin kafasını şişirirdim konuşmaktan, ağzımı bile açamıyordum ah etmeye. Eşim karşımda kahroluyor, ben burda acı ve gözyaşı içinde şu sancının bitmesini diliyordum bir an önce. Ne kadar sürdü, nasıl oldu bilmiyorum; ama hafifleyip de tuvalete gittiğimde embriyo ya da plasenta olduğunu düşündüğüm gri bir parça düştü. Eşim Skype'da beni göremeyince merak edip sesleniyordu. Tuvaletten eşime bağırdım "Hücre bu sefer gitti galiba" diye. 


Koltuğa döndüğümde sancılar tekrar devam etti girip çıkmaya. Her biri çıktığında kendimi yorgun ve bitkin hissediyor, bayılmaktan ve ayılamamaktan korkuyordum. Tansiyonumun iyice düştüğünü farkedince mutfaktan bisküvi alıp kemirmeye başladım ağrılar izin verdiğinde. Sabahı 2'sine doğru şiddeti ve süresi azalmıştı çektiğim acının. Üzerime birşeyler örtüp yorgunluktan uyuyakaldım ekrandan eşim beni izlerken. 


Sabah 4'ü geçiyordu gözlerimi açtığımda. Skype kesilmiş, ama hala bilgisayar açıktı. Ağrım sızım olmadığını farkedip bilgisayarı kapatmaya çalıştım, o sırada içimden sıcak birşeyler aktı. Ne kadar büyük olanın geçtiğini içten içe bilsem de daha neler olacağı konusunda bir fikrim yoktu. Tekrar yattım. Bir saat kadar sonra eşim de uyanıp beni aradı. Daha iyi olduğumu; ama tuvalete gitmeye korktuğumu, ya aşırı kanama olur da durduramazsam diye ne yapacağımı bilmediğimi anlattım. O oradayken cesaret bulup kalktım büyük bir dikkat ve yavaşlıkla. Neyse ki korkulacak miktarda kan yoktu; hala normale göre çoktu, hala parçalıydı ve hala barsaklarım da her tuvalete gittiğimde çalışıyordu. Geri gelip uzandım koltuğa; koltuk, yanımda bilgisar, elimin uzaklığında sehpa, üzerinde su, ilaçlar ve dün akşamın yemek tabağı. Neler olmuştu? Neler yaşamıştım? Nasıl üstesinden çıkmıştım diye düşünürken, eşimi iyi olduğuma ikna ettim ve akşama o gelene dek sadece yatacağıma söz verdim. Zaten başka da birşey yapmaya gücüm ve isteğim yoktu. Çarşamba günü hastaneden geldiğimizden beri bahçeye bile çıkmamıştım. Uyumaya çalışmamla birlikte korkunç bir ağrı kasıklarımı parçalamaya başladı sanki. Cuma günü saat sabahın 6'sıydı. Hemen süt ve ağrı kesici aldım. Durmak bilmedi, tam bir saat sonra nihayet uykuya dalmıştım.


İki saat uyumamıştım bile uyanıp hemen bilgisayarı açtım; eşim haber bekliyordu benden sürekli. Bir yandan ona bir yandan forumlara yazıyordum. Doğum üç fazdan oluşuyordu. Yazılanlara göre benim yaşadığım doğumun ilk fazındaki acıydı. Sonraki adımlarsa bebeğin doğumu ve plasentanın çıkmasıydı. Karnımdaki kramplar dayanabileceğim kadardı; ama ani bir ağrıya karşı birşeyler yemem gerekiyordu. Canım da doğal olarak hiçbir şey yemek istemiyordu. Kalkmaya bile halim yoktu. O an eşim burda olsaydı diye içimden geçirdim; önceki gece bile ona bu kadar ihtiyacım olmamıştı. Çünkü o acılar karşısında hem ben hem de o çaresizdik. Önce ne yapacağımı düşündüm, aklıma annemin ben çocukken her hastalandığımda yaptığı bol limonlu pirinç çorbası geldi. Hem basitti hem de psikolojik olarak beni iyileştirirdi adı hasta çorbası kaldığından. Son enerjimle onu pişirip yedikten sonra tekrar uzanıp dizüstü bilgisayarı kucağıma aldım. Sıcaklığı karnımdaki sızılara iyi geliyordu. Hemen başıma daha neler gelebileceğiyle ilgili hazırlandıktan sonra, daha çok ağrı, ateş, kanama gibi, Hücre'ye bir blog yapmaya karar verdim. Birkaç saat doğru ismi bulmakla geçti. Ayarlamaları yaptıktan sonra ışık hızıyla yazmaya başladım. Hiçbir noktayı atlamak istemiyordum. Birlikteliğimiz öyle kısa olmuştu ki, paylaştığımız ve aklımda olan her saniye değerliydi benim için.


Saatlerce kendimi kaybetmişim koltukta, aynı kıyafet, aynı yatak, aynı bardak sehpada, dişlerimi fırçalamamıştım, yüzümü bile yıkamamıştım ki gözyaşlarım akıp durmuştu suya ne gerek. O ara eşim uçağa binmişti bile bana doğru. Bir yandan forumdan gelen cevapları okuyor, bebeklerimiz için neler yapabiliriz diyorduk. Kimi ağaç/çiçek dikmekten bahsediyor, kimi bir kolye ucu alıyor ki melek şeklinde, kimi onunla ilgili belgeleri (scan resimleri vs) koymak için bir kutu yapıyor, kimi oyuncak alıyordu istediğinde sarılıp ağlamak için. Bu oyuncak fikri bana da güzel gelmişti. Emindim ki ağlama krizlerine gireceğim ve ona sarılmak isteyeceğim çok günler olacaktı önümde. Tam bu ara annem tatilde olduğundan beni sık sık aramıyordu; yoksa onun sesini duyduğum an kendimi kaybedebilirdim. Pazartesi annemin doğumgünüydü, bir ara ona öyle çok söylemek istedim ki doğumgünü hediyesi olarak yakında anneanne olacağını. İyi ki de tutmuşum kendimi...


Kapı çalınca koşarak gittim, eşimle sarıldık ve kapıyı bile kapatamadan ağladık uzunca hiç konuşmadan. Ona iki gündür bana yuva olan koltuğu gösterdim ve tekrar sarılıp ağladık ta ki kasıklarımda o sabahki şiddetli ağrı başlayana kadar. Eşim acil sağlık hattını arayıp daha güçlü bir ağrı kesici konusunda tavsiye istedi. İbuprofen içerikli birşey alınca ağrı hafifledi. Beni bu atmosferden kurtarmak için zorla duşa soktu, o da yanımdan ayrılmadı birşey olursa bana diye. Ben giyinirken, koltuk ve etrafını tamamen toparlayıp yemek hazırladı. Önceki gece yanımda olamadığı için büyük acı içindeydi ve etrafımda dönüyordu beni memnun etmek için. Arada bir sımsıkı sarılıyor, ki her sarılması fiziken karnımı acıtıyordu. Bir ağrı kesici daha alıp rahat uyuyabilmek için, tabii sıcak su torbamla yatağa yattım.


Cumartesi sabah daha iyiydim, hala hafif ağrılar olmasına rağmen ağrı kesici almadan dayanabiliyordum. Kanamam da azalmasına rağmen hareket ettikçe içimde bir yerler acıyordu. Tuvalet ihtiyaçlarımı giderirken, yürürken, dönerken vs. Eşim düşük esnasında çok fazla kasıldığım için bu tür kas ağrılarının ancak kendini gösterdiğini söyledi. Büyük ihtimalle de haklıydı. Kendimi daha az ağlar, biraz güler bile buldum ve üzüldüm. Arada bir "Niye biz?" diye soruyordum; ama cevabı kimse bilmiyordu. Akşama doğru ağrılar arttı yine, ağrı kesiciye bağımlı hale gelmekten korkuyordum. Pazar günü de genel olarak dinlenmeyle geçti. Belirgin bir iyileşme vardı; ama geceye doğru başlayan ağrı ve parça düşürme Pazartesi sabahı da devam etti. İşin iyi yanı, kendimi sınadım ve bunlara ağrı kesicisiz dayanabildim. Bu hafta da en azından Çarşamba'ya dek işe gitmeyecektim. Çarşamba günkü kontrol sonucu içimde parça bulamasınlar diye her türlü ağrıyı ve acıyı şimdiden çekmeye hazırdım. Doğal yoldan yaptığım düşük beni doğal şartlarıma bir an önce döndürsün...


* Bloğu canım Hücre'me düşük yaparken yazdım. Yazmak bazen acımı azalttı, bazen çok ağlattı. Başka forumları, blogları okumak başıma gelenleri açıkladı, yalnız olmadığımı gösterdi. Ağlamanın, yas tutmanın, niye ben - niye sokağa atılan çocukların anneleri değil diye sormanın normal olduğunu yazdı. Çoğu bilgiyi İngilizce internet sayfalarından okudum, doktor siteleri dışında Türkçe bilgi fazla yoktu. Özellikle de doğal düşük yaparkene dair. Belki başkalarına yardımcı olur amacıyla yazdım başıma gelenleri. Herkes aynı tepkiyi göstermez, ya da herkesin çektiği acı/ağrı farklıdır; ama paylaşmak isteyen olursa ben buradayım.


** Neler Öğrendim? Erken düşük her hamile kadının başına gelebilecek bir olay-mış. Bazı düşükler henüz hamile kaldığınızı anlamadan gerçekleşiyor-muş. Genelde döllenme sırasındaki gen hatalarından dolayı oluyor-muş. Yani yapılan, yenilen birşeyden değil; yani suçlusu yok-muş. Tabiat doğal seleksiyon içinde en ufak hatayı bile affetmiyor-muş. Hatalı bir embriyo anne vücudu tarafından algılanıyor ve gebelik hormonları durduruluyor-muş. İlk 12 haftada düşük olarak algılanmayan hatalar ilerki safhalarda geç düşük, erken doğum ve yeni doğan bebek ölümlerine neden oluyor-muş. Sağlıklı üreyen her kadının düşük geçirme olasılığı %25-miş. Yani her 4 kadından 1'i düşük yapıyor-muş. Düşük yapan bir kadının tekrar düşük yapma olasılığı %20 imiş, yani başladığın noktaya geri dönüş-müş. Daha ayrıntılı bilgi için; http://www.mumcu.com/html/article.php?sid=112

1 Ağustos 2010 Pazar

Hücre'nin Hikayesi - Mutluluk

Bebek yapmak için Haziran ayına tatil ayarla, sonra da tatilden bir hafta önce hamile kaldığını öğren. İşte benim Hücre ile hikayem. Ovulasyon takipleri yapıp hamile kalmam imkansız dediğimiz bir anda korunmayıp 4 hafta sonunda hala regl olmadığımı farkedince de babalar gününde eşimin eline tutuşturduğum pozitif sonuçlu hamilelik testi. Bir sürpriz olarak gelip hayatımızı değiştirip kötü bir sürpriz yaparak gitti hayatımızdan Hücre...


20 ve 21 Haziran'da yaptığım iki test sonucu da pozitif çıkınca haftasonu çıkacağımız uzun tatil öncesinde doktora gidip görünmek ve aklımda olan soruları sormak istedim. Tatili ertelememiz imkansızdı. Doktor da "Ben size tatile gidin de diyemem gitmeyin de. İlk 12 hafta içinde düşük yapma tehlikesi her gebelik için geçerli. İster tatile gitsin, ister işe, ister sırt üstü yatsın üç ay. Olacaksa olur" dedi. Son regl dönemimin ilk kanama gününe göre bebeğin tahmini doğum tarihini 26 Şubat olarak verdi; ama ekledi "Hiç bir zaman vaktinde gelmezler, özellikle de ilk bebekler".


Hamilelik belirtisi olduğunu başlangıçta anlamadığım ama sonradan farkına vardığım şeyler olmuştu; örneğin göğüslerimin aşırı şişmesine ilave olarak (çünkü regl olacağım zaman da öyle olurdu) bir haftadır sabahları karnım açlıktan zil çalarak uyanıyordum. Ne kadar şaşırsak da eşim de ben de bu hamilelik olayına çok sevinmiştik. Hatta valizleri hazırlarken kendimi ona şarkı söylerken buldum; şöyle birşeydi "Kız olsun erkek olsun diye düşünür dururdum... Şimdiyse tek derdim yeter ki sağlam doğsun... Sağlıklı olsun..."

Uçak kalkarken ve inerken karnımı tutar buldum kendimi. Ne çabuk bu duygular ve hareketler benimseniyordu. Eşim benimle dalga geçiyordu, ama o da karnıma eğilip konuşmaktan kendini alamıyordu. Özellikle de kramp türü hafif sancılarım olduğunda... Tatil çok güzel gidiyordu, yaklaşık 5 haftalık hamileydim. Yani bizimkinin taslak olarak tüm organları belirmeye başlamıştı kalp dahil. Bu arada eşim ondan bahsederken bebek dediği için ben de o bebek değil henüz, olsa olsa birçok hücre topluluğu dediğimden, ismi Hücre kaldı. Tatilde uyumak dışında sürekli ondan bahsediyorduk, hatta sabah bulantılarım olmadığından ve içimize doğan hislerden ötürü erkek olacağını düşünerek isimler arıyorduk; ama kız olursa da birçok isim vardı seçeneklerde.

Tatilde alkol kullanmamam harici bir kısıtlama yapmadım kendime. Denize girdim, yüzdüm bolca. Bir akşamüstü yürüyüşünde sivrisinek saldırısına maruz kaldım. Birkaç gün boyunca şişlikler inmedi. Sivrisineklerden korunmak için DEET içeren bir ürün kullandım ta ki internette hamilelerin kullanmaması gerektiğini okuyana dek. O ürünü kullandığım için dehşete düştüm, ama birkaç kullanımdan birşey olmayacağı daha mantıklı geldi. Sivrisineklerin hamilelere bayıldığı da ayrıca bir sorunumdu. Sonunda her akşam sıvı sabun sürünerek çözüm buldum.

Uzun tatlı tartışmalarımız sonucu bir doktora görünene dek ailemiz dahil kimseye söylememe kararı aldık. Tatilin bir parçası olan aile ziyaretlerinde mide bulantısı gibi durumu belli edici olaylar yaşamadığımız için şanslıydık. İçki içmemem için "Çok içtim son zamanlarda, hazır tatildeyken detoks yapayım", az çay içmem için "Hava çok sıcak, bana bir bardak yetti", karnımdaki şişlikle ilgili "Bira göbeğim oldu artık, işte de sürekli oturuyorum zaten", birdenbire elimde çıkan egzama türü yaralara annem kortizonlu krem sürelim dediğinde "Ben artık doğal ürünler kullanıyorum, dut kaynatıp suyunu süreyim", en sevdiğim midye dolma karşısında "Ben çok tokum, midyeyi de başka zaman yiyelim", hele ailecek içtiğimiz türk kahvesi muhabbetinde "Kahve şimdi uykumu kaçırır" türü cevaplarım hazırdı. Bir ara annem beklenmeyen hareketlerim karşısında "Hamilesin heralde böyle acayip davranıyorsun" bile dedi.

Bu arada 6 haftayı dolduran Hücre 5mm boyunda ve kalbi atmaya başladı bile şimdiden. Geceleri başbaşa kaldığımızda babası karnıma doğru eğilip ona konuşuyordu. Arada bir de heyecanlanıyordu hayallere dalıp, ne kadar hoşuma gitse de anlattıkları hemen çıkışıyordum "Şimdiden plan yapmayalım, birşey olursa çok üzülürüz" diye. Gündüzleriyse hemen hemen hiç bir hamilelik şikayetim olmadığından, çok uyumak hariç, kimse farketmeden günler geçiyordu. Bir gece çok kötü bir rüya ile uyandım gözümde yaşla. Her yerimden kanlar akıyor, yani bacaklarımdan aşağı doğru ve durmuyor. Gidip eşime söylüyorum, o da görüyor zaten çünkü yerler de kan içinde. Ben diyorum bebek gitti, doktora gidelim belki birşey yapar, eşim diyor bekleyelim biraz daha kanlar belki başka birşeyden ötürüdür. Hayır diyorum, hemen gitmemiz gerek belki kurtarırlar; ama içten içe biliyorum ki onu kaybettik ve ağlıyorum çok. Ertesi sabah rüyamı eşime anlattığımda her şeyin çok güzel olacağı konusunda beni yatıştırdı. Ben de birkaç gün içinde 7. haftaya gireceğimizden ötürü her geçen günle birlikte riskler azaldığı için mutlu oldum. Bize ummadığımız anda sürpriz olmuştu Hücre, ama her geçen gün farkediyorduk ki ne kadar da çok istiyormuşuz hayatımızda bir bebeği.

Tatil dönüşü hastanelerden gelen birçok mektup beni bekliyordu. Kimi 10. hafta kan testi, kimi 12. hafta ultrason taraması ile ilgiliydi. Herşey hazırdı, yeter ki günler çabuk geçsin de bir an önce göreyim Hücre'yi. Bu arada içimdeki kuşkuları bitirmek için bir hamilelik testi daha yaptım tatil dönüşü 15 Temmuz'da. Durum pozitifti hala ne kadar endişelensem de karnımda olup olmadığından, ya da sağlıklı olup olmadığından. Sonuçta bu bebek için henüz karnımdayken başlayan endişelenmem ben ölene dek devam edecekti. Başına birşey mi geldi, neden hastalandı diye düşünecektim sürekli. Annemi anlamaya mı başlıyordum ne? Neler oluyordu bana...

İki gün boyunca süren şiddetli başağrısından ilaç almadan çıkabilmem beni gururlandırdı. Doktor her ne kadar parasetamol kullanabilirsin dese de, ben kıvranmadıkça kullanmayı tercih etmedim. Karnımın sol yanındaki ağrılar bıçak gibi delip geçiyordu. Neyse ki bir dakikadan uzun sürmüyordu. İnternette üye olduğum hamilelik forumunda bununla ilgili birçok yazı gönderilmişti ve rahim büyüdüğünden dolayı ağrıların olması özellikle de 8. haftadan itibaren çok normaldi.

Fasülye tanesi kadar olan Hücre, aslında hücrelikten çıkmıştı, bir embriyoydu artık. Şimdiden kan pompalıyordu ve tiroid bezi, göz, ağız ve barsak gibi organları meydana gelmekteydi. İnternette bir belgesel bulduk döllenmeden sonraki yumurtanın bebeğe doğru ilerleyen yolculuğunu anlatan. Hayretler içinde izledik gelişimini. Her akşam televizyon karşısında uykuya dalıyordum dayanamayıp. Hamilelik ve uyku; bebek doğmadan önce iyice depolamak gerekiyordu uykuyu. Mide bulantısı hiç olmamıştı, ama sık sık tuvalete gitmemden ötürü işyerindekiler farkedebilir diye de çekiniyordum. Aşerme de olmamıştı henüz; canım şunu istiyor diye eşimi ordan oraya koşturtmak isterdim, ama bu bebek insaflıydı demek.

Tatil sonrası ilk haftasonunu evi ve bahçeyi adam etmekle geçirdik. Bu da yorulmama ve bel ağrısıyla birlikte hafif kramplara neden oldu. İnternetteki forumlarda bir süre sonra hamilelik belirtileri geçenlerin endişeli yazılarını okuyordum. Kimisinin başı dönmüyordu artık, kimisinin midesi bulanmıyordu ve doğal olarak bir sorun mu var diyorlardı. Hücre'nin kalbi dursa ben nasıl anlardım ki? Bende hiç böyle hamilelik belirtileri olmamıştı; çok uyumak ve acıkmak dışında. O da hamilelikten mi yoksa tatil dönüşünden mi bilemiyordum. Benim de göğüslerim eskisi kadar acımıyordu, ama hala büyüklerdi normal hallerine göre. Endişelenmem mi gerekti bilmiyordum; ama genel kanı, herhalde vücudumuz hamileliği kabulleniyordu yavaşça ve 10. haftada normaldi bu değişiklikler.

Hala erkek - kız planları yapıyor, kalp atışlarını duyup, ultrasonda onu görebilmek için can atıyorduk. Kız olursa onu kendime benzeteceğimden korkuyordu eşim; "Birinizle başedemiyorum ikinizle nasıl ederim" diyordu. Ben de eğer onun istediği gibi erkek olursa evin prensesi olarak kalacağımı, değerimin artacağını söylüyordum. Bu arada karnım şişiyor gibiydi. Saklamak için bol kıyafetleri tercih ediyordum. Hatta bir gün gidip baskül aldım kilomu takip edebilmek için. Pek bir değişiklik yoktu kilomda, zaten kilo almak için henüz erkendi de; ama nedense göbek beliriyor gibiydi.

Her yeri gittikçe büyürken kuyruğu küçülen Hücre ile 9. haftamıza başlamıştık bile. Kan testlerine de bir hafta kalmıştı nihayet. Sancılar bıçak gibi girip çıkmaya devam ediyordu, neyse ki uzun sürmüyordu. Herşeyin yolunda gittiğini öğrenebilsem öyle bir rahatlayacaktım ki... Sabahları eşim koşa koşa kahvaltı hazırlıyordu bana, hem de yumurtalı falan. Birgün "Sen çok güzel bir anne olacaksın" dedi, ben de kendini beğenmişlikle "Elbette, çok güzelim çünkü" cevabı verince, "Yok onu demek istemedim, güzelsin o ayrı, ama çok sevecen, iyi bir anne olacaksın" dedi. Gözlerim doldu hemen, ah bu hamilelik hormonları! Bu arada haftalardır öyle duygusal bir iniş çıkış yaşamadığımı da farkettim. Hani derler ya, hamileler hemen ağlar, üstüne gitmeyin falan diye. Epeydir ağlamadığımı farkettim.

Tatilden ve hamilelikten önce devam ettiğim havuza tekrar başlasam mı diye düşünürken okuduğum bazı yorumlar klorun fazla solunması ve deri yoluyla emilimi bebeğe zarar verebilir, doktorunuza danışın diyordu. Halbuki hamilelikte yapılabilecek en güzel sporlardan biri yüzmeydi ve hiçbir tehlikesi yoktu. Bir hafta daha bekleyip doktora sorayım en iyisi diye düşünüp o gece havuz yerine hamilelik yogası yaptım. Bu arada günde nerdeyse toplam bir saat yürüyordum; üçe bölünmüş halde. Evlilik yıldönümümüz yaklaşmıştı ve bebek heyecanından ötürü bu sene hiç plan yapamamıştım. Halbuki her sene haftasonu kaçamağı ayarlar giderdik bir yerlere. Hücre'yi hayatımıza katmaya mı başlıyorduk ne? Yoksa kendi tembelliğimizden Hücre'yi mi sorumlu tutuyorduk? Bu arada ailelere nasıl söyleyebiliriz diye düşünüyordum birkaç gündür. Ultrason fotoğrafından kart mı, yüzyüze bir buluşma mı, skype üzerinden kamerayla naklen yayın mı; henüz ortak bir karara varamamıştık eşimle.

Evlilik yıldönümümüzde salgılarım artmaya başladı. Karnımda gurultular, sürekli bir gaz hali tüm gün devam etti. Bugün olacak iş miydi bu? Eşimle 4. yıldönümü yemeğimizde de hemen hemen konuştuğumuz tek konu Hücre'ydi. İdrar üretmeye başlamış olmalıydı, üstelik cinsiyet organları da beliriyordu artık. O doğunca da restoran ve kafelere rahat rahat gidebilecek miydik? Arabasına koyup her yere yanımızda götürecek miydik? Arada bir bakıcı tutup başbaşa da birşeyler yapmak güzel olurdu. Hücre hayatımızı yaşamamıza engel olmamalıydı, ama bizden ayrı da kalmamalıydı.


Haftasonu için yakınlardaki bir ormana yürüyüş planladık. Uzun ve yorucu bir yürüyüştü; ama tüm güne yaydığımızdan ve sık sık mola verdiğimizden bir rahatsızlık duymadım. Bu arada eve döndüğümde günlük pedimde hafif bir kahverengilik vardı. Vajinal salgılarım arttığından belki de normaldir diye düşündüm; ama forumları okumayı da ihmal etmedim. Çoğu kahverengi eski kan olduğundan normal diyordu. Birkaçı da doktora görünün, içiniz rahatlasın diye yazıyordu. Bakalım bir günlük birşey miydi?