5 Aralık 2017 Salı

Hayat...


Hani bir şarkı var kim söylüyor bilmiyorum, nerede dinlediğimi bile hatırlamıyorum; 'Hayat beni neden yoruyorsun?' cümlesinden başka sözünü de bilmiyorum açıkçası.

Bildiğim, bu ara tam o haldeyim...

Birinin ilkokula başlama sancıları, bizim uzaktan ne olup bittiğini öğrenme çabalarımız derken diğerinin kriz anları çakışıyor.

Sabah ve gün içinde 'Çocuk o' diye alttan almalar, sakin kalmalar, akşam olup da 7'de yatağa koyma hazırlıkları esnasında saat 21:30 olmuşken hala 'burnum tıkandı, susadım' demeler beni çileden çıkartıyor. Evet kitaplar okuyorum, evet kendimi geliştiriyorum; ama ben de insanım be! diye bağırdım bu akşam artık. İnsaf ya, 2.5 saat sürer mi bir uykuya yatırma faslı?

Sütü, yoğurdu, kitabı, unutulan ödevi, kaybolan dosyası, çişi, suyu, kakası, başka yerde yatma isteği, ağlama, gülme, çarpışma, tekrar ağlama, burun tıkanması, günün en güzel şeyi, tekrar suluğu doldurma, üzerini ıslatma, ağlama, üzerini kurutma, yatırma, kitap isteği, benle yat ısrarları... Bak yazarken yoruldum. Sakinleştirici mi içsem? Alkole mi başlasam ne yapsam bilmiyorum modundayım bu gece!

Sevgili çocuklarım, sizi dünyadaki her şeyden, kendimden çok seviyorum... Lakin ben de insanım ve bu akşam gerçekten ikiniz de, özellikle kızım beni bitirdiniz... Bir daha yapmayın e mi?



21 Haziran 2017 Çarşamba

Öpücük...

Birinin öpmesi, içine çeker gibi... Yavaş, hafif, narin, koklar gibi. Tüy gibi... Uzun uzun... Acelesi hiç yok.

Diğerinin öpmesi sulu sulu. Yanağında ağırlığı hissedersin. Beni tüm hücreleriyle öper, güçlü öper. Sesli öper.

18 Haziran 2017 Pazar

Emzik Bırakma...

Mart 2017 öncesinde en az 3 emzikle uyurdu kızım. İkisi ellerinde, biri ağzında. Değiştirip değiştirip öyle dalardı uykuya. Kendi kendine...

Emzik


Evde 7-8 adet toplamda emzik olurdu. Hep kaybolurdu birkaçı. Bir yerlerden çıkardı sonra. Zamanla emzikleri ısırmaya başladı. Uçları, kenarları delindi dişlerinden. Nasıl olsa çok emzik var diye, 'Aa bak bu bozulmuş! Haydi gel çöpe atalım.' derdim. O da kabul ederse, gider kendi atardı çöpe.

Böyle böyle Nisan sonunda 4-5 adet emzik kalmıştı evde. Uzun bir seyahate çıktık, emziksiz olmazdı. Seyahat sırasında da ikisini attık. Mayıs'ta 2 emzik kalmıştı evde.

Bu iki emzikten biri delikti, epey hasarlıydı. Yine de attırmamıştım onu. Gece tek emziğe düşerse birini buluyor diğerini kaybederse. Yoksa beni uyandırıyordu. Bu arada emzik krizine girip gün içinde emziği bulamayınca ağlıyordu. Çünkü 2 tane kalmıştı ve bulması zor oluyordu evde bir yere bıraktığında. O zamanlar da beni çileden çıkartıyordu. Evin altını üstüne getiriyorduk emzik bulacağız diye. O feryat figan ağlıyordu bulana dek. Kısacası sadece uyumak için değil, artık gün içinde aklına esince de emmek istiyordu. 10 saniye emip bırakıyordu; ama tiryaki gibiydi işte...

Yaz tatiline giderken emzikleri evde bırakıp, 'Aa unuttuk' ayağına yatıp kurtulacaktım. Planlarım öyleydi.

19 Mayıs'ta, öğle uykusundan uyanınca, 'Anne bu emzik eskimiş, bozulmuş. Çöpe atalım' dedi. 'Tamam' dedim. Hatta elime telefonu alıp kameraya çektim. 'Yaşasın! Emziği çöpe attık' sevinç naraları ile.

Sonra abisi, ikinci emziği kızın eline verip, 'Bak bu da bozulmuş. Bunu da çöpe at' dedi. Öğretmişim gibi... Abisi öyle deyince, aldı eline, 'Bunu da atalım anne' dedi. Şaşırdım. Ucundaki ipini çıkarttırdı bana. Sonra ben videoya çekerken evdeki son emziği de attı. Artık hiç emzik kalmamıştı. Neyse ki günlerden Cuma idi. Hafta sonu abi, baba evde bir şekilde zorluğu atlatırdık.

Tam 2.5 yaşında kendi kararı ve iradesiyle emziği bıraktı. (Tabii biraz abi ittirmesi de oldu; ama son kararı kendisi verdi.)

Akşamında yanına uzandım. Birkaç oyuncak verdim eline oynasın diye. Hiç aramadı emzik. İstemedi. Sadece beni istedi normalde benle uyumazdı. Gece de uyanmadı emzik diye.

Bir hafta böyle geçti. Bazen 'Memeee' diyordu. Canı acıdığında, yorgun olduğunda falan. 'Memeleri çöpe attın ya' diyordum. Uzatırsa da videosunu izlettiririm diye düşünmüştüm en başından; ama hiç uzatmıyordu. 'Abla oldum ben' diyordu. Oyuncak bebeğinin memesini gösterdi bir kez. 'Anne bunu da atalım' dedi. Onu atmadık; ama ne yaptı bilmiyorum, belki de ben yokken attı?! Bebeğin de memesi kayıp :-)

Normalde gündüz 2 saat, akşam 10 saat düzenli uyuyan, kendi kendine hemen uykuya dalan, geceleri uyanmayan bir kızım vardı. Emzikli halinde... Emzik bırakma sonrasında, uykuya dalması en az 1 saati buluyor. Yanında ben uzanıyorum daha çabuk uyusun diye; ama kar etmiyor. Hem öğle, hem akşam ne kadar yorgun olursa olsun, hasta bile olsa, en az bir saat perişan şekilde dolanıyor yatakta oyuncaklarıyla ya da bulduğu herhangi bir şeyle.

Bazen sinirleniyorum; çünkü eskiden en geç 9'da uyuyan çocuk; şimdi bazen 11'e doğru uykuya dalıyor. Birkaç gün öğle uykusu uyutmadım; o zamanlar 8 gibi uyudu; ama gece uyandı bu kez de.

Bugün emziği bırakalı 1 ay oluyor; uykuyu seven kızım uykuya dalamıyor. Fakat emzikten kurtulduk! Eminim bir şekilde uyku sever haline de dönecek.

5 Şubat 2017 Pazar

Ya Kaybolsaydı?

Tramvay durağında bekliyoruz. Elimi ya da bebek arabasının kenarını parkta bile bırakmayan oğlum yanımda, kızım bebek arabasında.


‘Yeni tramvay gelirse haber ver, ona bineceğiz’ dedim oğluma, kızımın bebek arabasına eğilip kemerini bağlarken. O sırada eski tramvayın geldini görmüştüm. Kenara çekildik birlikte. Kemeri bağladığım anda, ‘Anneeeee!’ diye bir çığlık duydum.


Oğlum tramvayın içinde, kapı kapandı üzerimize. Ben dışarda kaldım. O içerde bağırıp ağlıyor, ben dışarda şaşkın ve korkuyla kendimi kontrol etmeye çalışıyorum. Yanına bir kadın geldi ve bilmediğim dilde birşeyler söyledi yanımdaki adam yanıtladı.


Oğlum giden tramvayın içinde kaldı ağlarken. Biz arkasından bakakaldık bir saniye. Kızım da onu görünce ‘abi’ diye ağlamaya başladı. Yanımdaki adamdan teyit aldım ve başladım sonraki durağa koşmaya. Anladığım, kadın oğlumu bir sonraki durakta indirecekti. Hem koşuyordum, hem babasını aradım o an.


Bir sonraki istasyona vardığımızda nefes nefese, korku ve panik içerisindeydim. Oğlum beni görünce ağlamaya başladı. Sakinleşince ‘Anne özür dilerim. Bana bağırıp kızmadın anne!’ diye de şaşırdı. ‘Ben de çok korktum, sen de eminim çok korktun’ dedim...


Çok şükür büyük bir sorun olmadan atlattık bunu. Neler başımıza gelebilirdi düşünmek bile istemiyorum.


Bu ara kara bulutlar geziyor tepemizde!

31 Ocak 2017 Salı

Düşme, Katılma ve Bayılma

Geçen yaz tatilinde, herşey dahil bir oteldeydik. Kızım, kuzeni ve oğlum geniş alanda koşturarak oyun oynuyorlardı. Etrafta tehlikeli birşey yoktu. Biz de masaya oturup yemek siparişlerini verdik...

Gözümüz genelde çocukların üzerindeydi; ama garsonun servis yaptığı o anı kaçırdık hepimiz. Çığlık çığlığa ağlayan kızımın sesini duyup koşturdum yanına. Sırt üstü yatıyordu yerde. Kucakladım. Ne olduğunu anlamaya çalışıyordum bir yandan da ona sarılıp sakinleştirmeye çalışırken...

Annem ve kardeşim de yanımda belirdi nesi var diye. Kızım o güçlü ağlama ardından nefes alamadı. Morardı, havaya kaldırıp sarsıyordum ismini haykırarak. Kendinden geçti ve boynu yana düştü. Yanıt vermiyordu. Aklımı yitireceğim bir andı. O sırada annem kucaklamıştı elimden alıp. Oteldeki yerli-yabancı bir çok insan da başımızda birşeyler söylüyordu; ama ben dünyadan kopmuş gitmiştim.

Elimden birşey gelmiyordu. Sırtüstü düştüğünden başını çarptığını düşünüyordum. Bu sebeple kendinden geçtiğine inandım. Yapabileceğim hiçbir şey yoktu; kızımı kaybettim diye düşündüm o kısacık anda.

O sırada arkadan biri elini kızımın ağzına soktu ve kızım ağlamaya başladı. Bağırabildiği kadar son sesle ağlıyordu ve hepimiz ağlamaya başladık. Düşünce veya ağlayınca dilini yuttu, nefes alamadı diye konuşuldu. Otelin doktoruna görünmek için araç çağırdık. O sırada belki 10 dakika hiç durmadan ağladı...

Yıllar önce ilk yardım eğitimi almıştım. İlk bakılması gereken boğazıydı; hava yolunun açık olup olmadığıydı. Fakat o şoktan hiç bir şey aklıma gelmemişti. Demek ki canına birşey olduğunda insanın beyni duruyordu… Benim öyle olmuştu malesef! Kafasına darbe aldığından kendinden geçti, diye düşünmüştüm.

Doktora vardığımızda eski halinden farkı yoktu. Gözleri, içmesi, konuşması, yürümesi normaldi. Doktor, kusarsa hastaneye gitmemizi önerdi. O gece ailecek ne yemek yiyebildik, ne uyuyabildik… Kızım ise her zamanki gibiydi. Ertesi gün de, sonra da...

Hepimiz oldukça korkmuştuk ve bunu dil yutması olarak adlandırmıştık. Dilini yuttuğu için nefes alamamıştı o an ve tekrar olursa bakabileceğimiz ilk yer ağzı olacaktı.
Olay kapandı…
Geçen haftaya dek...

Geçen hafta ufak bir bankın üzerinden, ben misafirlere çay koyarken, gene sırt üstü yere düştü. Ağladığını duydum, çaydanlığı elimden bırakıp yanına gidene dek misafirlerden biri onu kucaklamıştı bile. Yanına gittiğimde kucağıma aldım ve tekrar yukarıdaki sahne yaşandı. İlk güçlü ağlama ardından nefes alamadı, morardı, babası kucakladığında ilk baktığım yer ağzıydı, dili dışarıdaydı; ama yine de bayıldı. Bu kez herkese ağzını açın diye bağırdığımı hatırlıyorum. Ağzı sımsıkı kapalıydı. Zorla parmağımı sokup dilinin dönüklüğünü hissettim. O sırada kendine gelip ağlamaya başladı. Olaydan yarım saat sonra oynuyordu, gülüyordu. Normaldi...

Bu kez ilk duruma göre daha soğukkanlı davransam da, yine de endişelenmedim değil. Kafa travması yerine nefessiz kalıp bayılma kısmına odaklanmıştım çünkü. İlkinde başına aldığı darbe yüzünden bayıldığını düşünmüştüm.
Ertesi sabah doktorunu aradık. Düşme ardından kusma ya da kendinden farklı davranma olup olmadığını sordu. Yoktu öyle birşey çok şükür.

Yüz yüze görüştüğümüzde, doktoru başını ve vücudunu inceledi. Yürümesine baktı. Sonra olayı açıkladı. Düşme sonrası canı yandığı için şoka giriyor ve nefes almayı unutuyor. Nefessiz kalınca bayılıyor; tüm kasları olduğu gibi dil de bir kas olduğundan gevşiyor ve boğaza kaçabiliyor. Bayıldıktan bir süre sonra içgüdüsel olarak vücut serbest kalıyor ve nefes alıp tekrar kendine geliyor. Dil yutması diye birşey söz konusu değil bu durumda. Baygınlık sonrası 20-30 saniye sonra kendine geliyor. Nefes alıyor ve dil dahil kaslarını kontrol edebiliyor.
Bir daha bu durumu yaşarsak yapmamız gereken çocuğu hafif yan yatırmak ve sakin kalmak. Bir süre sonra kendine gelecek, ama 30 saniye sonra hala kendine gelmezse ağız açılıp dile müdahale edilebilir.

1-5 yaş arası her 100 çocuktan birinde görülebilen bir durum olduğundan pek yaygın değil; bilinmiyor ve beyin hasarı yapacak kadar tehlikeli bir durum da değil.
Hayatımda en korktuğum andı sanıyorum. Anne-baba olarak bir canlıyı doğurmak değil, yaşatmak daha zor olan.

Tehlikeli bir durum olmadığını bilsem de umarım tekrar bu sahneyi yaşamayız...

18 Kasım 2016 Cuma

2 Yaş...

Küçük kızım 2 yaşında artık…

Hala küçük ve belki gözümüzde hep küçük kalacak, son olduğu için.

‘Abi öyle değil böyle!’ dese de, mum görünce ‘Happy birthday to you’ demek aklına gelse de, ufacık birşeye sinirlenip 15 dakika kendini oradan oraya atsa da, kreşe başlasa da, merdivenlere tutunmadan tırmansa da, asansörü çağırmasını bilip biz yanına gidene dek bekleyebilse de, bakışımızı - lafımızı taklit etse de, bebek arabasına binmeyi reddedip yürümek hatta koşmak istese de, sevdiği tanıdık şarkı duyunca veya sevdiği bir yiyeceği tadınca dans etmeye başlasa da, çoğu gece deliksiz uyuyabilse de, saçı toka takılacak kadar uzamış olsa da, abisiyle tartışırken onu çimdikleyip ısırsa da, babasına evden çıkarken tezahürat etse de, gözleriyle yan bakıp cilveleşse de, abisiyle birlikte lego ve tren oynasa da, bazı öğle uykularını uyumayı reddetse de, beğenmediği yemeği görünce tabağı eliyle uzağa itse de, ‘Aydede tumtum, sakalıma kondun, 5 para buldum, çarşıya gittim….’ diye şarkı söylese de, kızdığımız birşey yapınca surat ifadesi takınıp kendi kendine ‘no, no, no, no!’ dese de, o bizim bebeğimiz hala...

İyi ki doğmuş… İyi ki bizim olmuş… Tersi pis olsa da, hiç değişmesin huyu, suyu. Hele mutluluktan gülüşü ve çığlıkları her daim kalsın. Hep mutlu olsun. Huzurlu olunca tadından yenmiyor çünkü...

Seni çok seviyoruz...


2 Kasım 2016 Çarşamba

Kızıma Mektup

Geçen hafta kreşe başladık. Birlikte...
İlk gün bir saat beraber oturduk, genelde kucağımdaydın sonra oyuncaklara ve çocuklara gidip gidip yanıma gelmeye başladın.

İkinci gün de bir saat beraber kaldık orada.

Üçüncü gün, seni yalnız bıraktım. Giderken ağlamadın, ama yarım saatte bir beni aramışsın mızırdanıp. Konuyu değiştirmişler, unutmuşsun...

Bu hafta bensiz başladın. Pazartesi 3 saat kaldın, ayrılırken ağlamadın da. Saat başı beni sormuşsun biraz üzülmüşsün. Yunanlı bir ablan var, Evangelia. Seninle İngilizce konuşuyor, hem dili bilmiyorsun hem tanımadığın bir ortam. Bizce iyi gidiyorsun...

Salı, öğle uykusuna yatıracaklardı. Ayrılırken ağlamadın, oynamaya gittin. Saat başı beni aramışsın, yemeklerini yemişsin; ama çok ağlamamışsın. Öğle uykusuna yatırmışlar kahkahalar atmışsın. Kimseyi uyutmamışsın... Seni bebek odasına koymuşlar, ben 3'te almaya geldiğimde hala uyuyordun.

Çarşamba, ben abinin okuluna gittim. Seni baban bıraktı. Ayrılırken kucak istemişsin, ağlamışsın. Boya yapmaya götürmüşler avunmuşsun hemen. Dışarıda sonbahar yapraklarını atmışsın havalara, fotoğraflarını gösterdiler. Öğlen de yemeğini yemişsin. Öyle dediler... Ben abinle birlikte geldim seni almaya, bizi gördüğünde biraz durgundun, ağzında meme vardı ve bir ablanın kucağındaydın. Sanırım mutsuzdun. Bizi görünce heyecandan ağlamaya başladın. Abine gittin hemen. 'Abi geldi' diye ağlayarak... Sonra bana sarıldın sımsıkı. 
Öğle vakti gene mutluluktan uyumamışsın. Seni diğer odaya almışlar, geç uyumuşsun. Fakat erken kaldırmışlar. Uykunu alamadığın için mutsuz olduğunu söylediler uyandıktan sonra.
Eve gelirken durgundun; ama evde açıldın. Sarıldık bol bol, öpüştük.
Akşam hemen sızdın kolayca...
 
 
Bakalım yarın nasıl olacak? Miniğim benim... Sen de okullu oldun, artık hızla büyürsün abin gibi...
Seni seven annen...