14 Aralık 2010 Salı

Down Sendromu test sonucu



12 hafta +5 gün: Bugünkü detaylı ultrasona göre sonuç. Yani 3 gün erkene geldi beklenen doğum tarihi 23 Haziran olarak. Tabii bunlar çok küçük değişiklikler ve bebeğimiz eminim geleceği vakte kendi karar verecektir.



Bugün hem hüzünlü, hem endişeli, hem de mutlu geçti. Sabah ultrason öncesi endişem buz kesmeme neden oldu. Hastanede ilk kilo ve boy ölçümü yapıldı. Vücudumdaki yağ oranı ortaya çıktı; 15 kg (53kg’da). Doktora göre emzirme ve doğum zamanında daha çok yağa ihtiyacım olacakmış. Daha sonra Down sendromu testinin bir parçası olan kan alımı tamamlandı. Ardından 5 kez arka arkaya kan basıncıma bakıldı ve ortalama değeri bulundu. Doktora göre ilki hep yüksek çıkarmış. Sıra ultrasonda idi. Yani bebeğimizi görmekte.



Ultrasona bayan doktor başladı, yaklaşık yarım saat sonra erkek doktora (ki sanırım daha tecrübeli idi) bıraktı yerini. Bir saatten fazla bebeğimizi izleme olanağımız oldu. Bebek kıpır kıpırdı ve doktor bir ara “Uyu artık da biz de ölçümlerimizi yapalım” bile dedi. Bizimkinin uyumaya niyeti yoktu. Zıplıyor, ayaklarını çarpı yapıyor, elini yüzüne götürüyor, takla atıyor, çenesini açıp kapatıyordu. 6cm uzunluğundaki bir insan yavrusunun bu kadar hareketli olması hayret vericiydi. Onu izlerken biz yorulduk. Doktorun uzun süren çabalarıyla iki kolu/eli, ayakları, iki çalışır vaziyette böbreği, dakikada 160 kez atan kalbi, burnu (ki Down için önemli bir bulgu) ve gözleri yerli yerindeydi. Sırada nuchal translucancy denilen ense kalınlığı ölçümündeydi; ama bu kıpırdakta ne mümkün? Bu arada tuvaletim de geldiği için idrar kesem görüntüyü engellemeye başlamıştı. Normalde ultrason öncesi 1lt’ye yakın su için demelerine rağmen –görüntü kalitesi için- bizim doktor bey ve cihazı dolu idrar kesesi istemiyordu. Beni tuvalete gönderdi ve ardıntan vajinal ultrason için hazırlanmamı söyledi. Bunu döl yatağı boyunu ölçmek için yapmaktaydılar. Yani erken doğum ve premature bebek tehlikesi olup olmadığını öğrenmek için. Hayli uzun bir yatağa sahiptim heralde ki durumdan çok memnun kaldılar.



Doktor son bir kez daha bebeğe bakmak istedi karından ultrasonla. Giyinirken arka tarafta eşim bebeğin cinsiyetini görüp göremediklerini sordu. Onlar da, bu haftada  %80 doğru tahmin edebileceklerini, kendisinin cinsiyeti bildiğini söyledi ve öğrenmek isteyip istemediğimizi sordu. Eşimin “İstiyoruz” dediğini duydum ve heyecanladım. Tekrar yatağa uzandım ve ense kalınlığı ölçümü için harika bir profil görüntüsü verdi ufaklık. Dakikalarca da bozmadı görüntüsünü. Ense kalınlığı biraz fazla geldi doktora göre ve defalarca ölçtü, durdu. Sonra beni karşısına oturtup bilgisayarda sonuçları gösterdi. Yaşıma göre oldukça yüksek bir grupta idim. 1/365 civarı; ama kan tahlili sonucu iyi gelmişti. Yeni değerler 1/1100 civarındaydı. “Bize göre risk düşük; ama istersen amniyo sıvısından alarak ileri test de uygulayabiliriz” dedi. İstemedim. Ense kalınlığının 2,8mm olması doktoru telaşlandırmıştı. Belki bizim de telaşlanmamız gerekti. Sonunda bu ense kalınlığının fazla çıkmasının her zaman kromozom bozuklukları ile alakalı olmadığını, küçük bir ihtimal de olsa bebekteki kalp sorunlarını gösterebileceğini söyledi. O an aklıma annemin erkek kardeşimi kalbindeki delik yüzünden kaybettiği geldi. Bunu doktora analttığımda zaten bebek için ilave detaylı bir kalp ultrasonu ayarlamak istediğini, ama şimdi bu söylediklerimle hastanede yapılacak olan bu kontrolü ayarlamanın çok daha kolay olacağını söyledi. Biz dışarıda beklerken raporları hazırladı. Az sonra yanımıza geldiğinde elindeki raporların ne olduğunu açıkladı. 



Hastaneden ayrılıp tren beklerken ben bu kalp olayından dolayı duyduğum endişelerden bahsediyordum eşime. Eşim de teknolojinin çok ilerlediğini kardeşimin başına gelen olayın bizim bebeğimizin başına gelmeyeceğini anlatıp durdu. Bir yandan da gördün mü erkek-miş dedi. “Neeee?” dedim, ben duymamışım meğer doktor %80 erkek demiş...

8 Aralık 2010 Çarşamba

Doppler'ım benim...


11 hafta +3 gün :) Azalan ve artan semptomlarla geçen günler... Sanırım en kötüsü 9 ve 10. haftalardı. İş yerinde gırtlağıma parmak atmak ve hatta geceleri evde öğürmek zorunda kaldığım zamanlar. Neyse ki yiyecek birşeyler çıkmıyordu; genelde tükürük tarzı şeylerdi.



Doppler denilen ve kalp atışlarını duyabildiğimiz cihazımız ve jeli 9. hafta başında teslim edildi. Amazon’daki ve diğer gebelik forumlarındaki yorumlara göre seçmiştim Angelsound marka doppler’ı. İlk gece denedik; ama malesef başarılı olamadık. Üzülmedim; çünkü hem çok erkendi (genelde 12. haftadan itibaren duyulur yazıyordu) hem de belirtilerim çok fazlaydı ki kesin hala hamileydim.



Ertesi sabah eşime birkaç bardak su getirmesini söyledikten sonra tekrar denedik. Epey bir vakit aldı; ama sonunda bulduk. Önce benimkini bulduk dakikada 60-70 civarında atıyordu. Daha sonra bebeğimizinkini; öyle hızlı atıyordu ki dakika tutamadık. Tahmini 160-170 civarı olmalıydı. Çok sevindik; epey bir dinledik. Sonra eşim kaydetmek için bilgisayarı getirdi; ama kalp atışı kayboldu, neyse dedik. Sanırım hafif uyguladığım basınçtan sıkılıp arkasını döndü.

Arada bir (haftada iki) dayanamayıp “Hadi dinleyelim” diyoruz. Bulmamız birkaç dakikamızı alıyor ve gittikçe daha çabuk kaybediyoruz yerini. Yani ancak birkaç saniye duyabiliyoruz. Ben bunu artık hareketlenmesine bağlıyorum. Çok da sıkmak istemiyoruz; duyar duymaz rahatlayıp kapatıyoruz aleti.



Havalar oldukça soğuk bu sene. Geçen hafta kar yüzünden işyerlerine gidemedik. Benim için iyi oldu, bol bol yatıp dinlendim. Yılbaşı yaklaştığı için ve aileler biz dört gözle beklediği için annem her gece rüyasında bana yemek yapıyormuş. Bu aralar canım hep Türk yemekleri çekiyor; yoğurtlu sarma, hamsi/sardalya kızartma, etli anne yemekleri. Portakal suyuna dayanamıyorum; içer içmez midem birkaç saat boyunca kötüleşiyor. O nedenle artık ne domates ne portakal/mandalin yiyesim gelmiyor. Soğan ve sarmısağı da sayabilirim. Bol bol meyve, yoğurt, peynir, ekmek ve makarna yiyorum. Bebeğim için ne kadar sağlıklı besleniyorum bilmiyorum; ama umarım birkaç aydır doldurduğum depolarım şimdilik ona yetiyordur.



Geçen hafta dişçiye de gittim. Dişetlerimin çabuk kanadığını söyledi temizlerken. Öbür aya tekrar randevu verdi. Dişeti bozuklukları erken doğuma ve düşük kilolu doğuma neden olurmuş. O nedenle beni sık sık kontrol edecek.

Geçen haftadan bu yana iki arkadaşımın daha hamile olduğunu öğrendim. Sevinçten ve gülmekten kendimi alamadım. İkisi de benden küçük haftalarda ve ikisi de erkenden etrafa söyleme cesareti gösterenlerden. Ben de 12. hafta ultrasonunu bekliyorum hala (6 gün sonra) iyice rahatlamak için eşim (babası) her gece benden çok göbeğimi öperken sevgiyle...

25 Kasım 2010 Perşembe

Haberler!


Kaybolan ve azalan belirtilerden sonra kafamızı rahatlatmak için ekstra özel bir ultrason ayarladık Cumartesi sabahına. O sabah da heyecandan yerimde duramıyordum. İçeri girmek için beklerken ellerim buz kesmişti, resmen titriyordum.



En kötü yanı ultrasonun bana göre, bebeğin yeri tesbit edilene dek geçen, saniyelerce süren ama dakikalarca gibi hissedilen o sessizlik anı. Bebeğimiz kocaman olmuştu bir hafta öncesine dek. Boyu 22mm idi. Kordonu oluşmaya devam ediyordu ve yolk sac denen plasenta oluşana dek bebeğin beslenmesini sağlayan yapı bebeğin yanında küçücük kalmıştı. O sırada baş kısmının hareket ettiğini gördüm; ama bana mı öyle gelmişti acaba? Kalp atışlarını dinletmeye başladı bize ultrason uzmanı. İlk olarak benimkileri duyduk sonra benimkinin yaklaşık üç katı hızında başka uğuldama sesleriyle birlikte bebeğimizin kalp atışları belirdi. Dakikada 182 defa atmaktaydı. Bu sırada ayağını yukarı doğru salladı. Çok hoşumuza gitti onu izlemek. Henüz yüzü gözü belli olmasa da ufak bir canlıydı içimde hızla büyüyen. “Tüm gün oturup izlemek istersiniz heralde; ama sırada başka hastalar var” diyerek ekranı kapattı. İçimiz burkuldu; keşke eve öyle bir alet alabilsek diye düşündük seslice.



Eve döndüğümüzde kurt gibi acıkmıştım. Bu haberi yakın aile üyelerine bildirme kararı aldık yemek yerken. Annem skype’ta çevrimiçi idi. Önce havadan sudan muhabbet ettik o kamerasını bağlamaya çalışırken. Ardından ultrason sonrası bize verilen resimlerden en belirgin olanını pat diye kameranın önüne koyduk. Annem ilk an “Bu ne? Ay ne bu? Bebiş mi bu?” diyerek gözlerindeki yaşları silmeye başladı. Daha sonra kızkardeşimi de aramıza alarak üçlü bir görüşme yaptık uzunca. Sonunda bana bilgisayar karşısında çok oturma ile başlayan birçok ikazdan sonra bilgisayarı kapatıp dinlenmeye geçtim.



Akşamüzeri de eşimin ailesine tek tek skype ile bağlanarak bu müjdeli haberi verdik. Herkes şaşkınlık ve sevinç içindeydi. Kimisi sevincini daha çok belli ederken kimi de içten içe sevinmeyi seçmişti. Tıpkı benim gibi. Ben içten içe sevinirken, eşim daha çok belli ediyordu mutluluğunu.



Salı günü de ilk booking randevumuza gittik. Yani bir anlamda sağlık sistemine hamilelik kaydım yapıldı. Bunun yanı sıra çeşitli kan ve idrar testleri için örnekler alındı. Ailemizde bulunan ve bebeğe ve/veya hamilelikte bana geçmesi muhtemel ciddi hastalıklar tek tek görüşüldü. Liste halinde hazırladığım sorularıma cevaplar verilmesiyle yaklaşık iki saat süren randevumuz tamamlandı. Ayrılmadan önce 12. hafta, 20. hafta ultrasonlarımız da ayarlandı.



O gün fiziksel olarak çok yorgun olsam da fazla şikayetim yoktu; ama dün midem son 3 haftanın belki de en kötü günlerinden birini geçirdi. Hüç alışık olmadığım akşamüstü ve gece öğürmeleri ortaya çıktı. Neyse ki oldukça dinlendim; zaten burun tıkanıklığına neden olan soğuk algınlığına yakalanmam beni daha da kötü etkiliyordu son birkaç gündür. Bu ara tek derdim gece deliksiz bir uyku uyuyamamam. Sürekli hareket halindeyim yatakta. Her dönüşümde de ya belim ya göğüslerim acıyor ya da burnum tıkanıyor. Bu da gün içindeki ve işyerindeki performansımı etkiliyor. Haftasonlarını bekler bir şekilde geçiyor günler.

15 Kasım 2010 Pazartesi

İlk duyan...


Günlük beslenmem hamile kalmadan önceki beslenmeme göre oldukça kötü. Tabii bunun başlıca sebebi genelde gün boyu devam eden bulantılar. Çok şükür henüz kusmadım. 6. haftanın dolmasıyla başlayan bulantılar 8. hafta sabahına dek devam etti.



8. hafta sabahı uyandığımda ateşim diğer günlere göre oldukça düşük bir seviyedeydi. Midemin de kötü olmadığını farkedince telaşlandım. Gece kötü bir rüya görmüştüm. Tuvalete oturduğumda pedimde yoğun kan olduğunu farketmiş; ama nedense bu durum karşısında çok sakin kalmıştım. Hücre’deki rüyam çıkmıştı ya bu da çıkarsa diye moralim bozuldu. Dişlerimi fırçalarken de öğürmedim. Hatta günlerdir ilk defa kahvaltıyı ben hazırladım. Sofrada da iştahım fena değildi. İkinci dilimin yarısından itibaren kendimi kötü hissetmeye başladım ve yemeğe devam edemedim.



Günlerdir yakındığım bulantı aslında ne de güzel bir destek olmuş bana. Değerini bu sabah onu kaybedince anladım. Sabah saatlerinden itibaren yoğun kasık ağrıları da başlayınca iyice moralim bozuldu. Normalde bıçak saplaması gibi olan ve birkaç dakikayı geçmeyen ağrılar, bugün durmaksızın devam etmekteydi. Her tuvalete gidişim beni korkutuyordu.



Öğle arasında markete gittim muz almak için. Hergün yiyebildiğim midemi kaldırmayan nadir bir meyveydi. Markette canımın hiçbir şey istemediğini ve etraftan gelen kokulara dayanamadığımı görünce sevindim. Eskisi kadar yoğun olmasa da bu belirti iyiye işaretti. Bunu kutlamak için kızkardeşime “Teyze olabilme ihtimali olduğunu” mesajını yazdım. Gözlerinden yaşlar gelerek beni aradı. Onunla uzun uzun konuşmak bana moral verdi. Ben anneme söyleyene dek aramızda sır olarak kalacaktı bu müjdeli haber.



Bir de öyle güçlü bir belirtim var ki geceleri acıdan beni uyandıran; ama gülümseten göğüs ağrılarım. Kaybolmasın belirtilerim 12. hafta ultrasonuna dek...

8 Kasım 2010 Pazartesi

PIT PIT PIT

Akıntılarım nedeniyle endişelenen doktor beni Hücre için gittiğimiz hastaneye, erken gebelik bölümüne sevketti. O sabah karın ağrısından kıvranıyordum. Bebekten veya çekiştirmesinden ötürü değil de heyecandan ötürü. Birkaç gündür devam eden mide bulantılarım 2 litre suyu içmemi zorlaştırsa da yapacak birşey yoktu. Bebeğim için katlanacaktım.

Hastaneye vardığımızda heyecanım daha da arttı. Ya dış gebelikse, ya mol gebelikse, ya boşsa ya kalbi atmıyorsa, ya bir gariplik varsa? Bekleme odası epey kalabalıktı. Boş yer bulup oturduk ve ben suyumu içmeye devam ettim. Eşim bir ay kadar önce, zor günlerimizde bize yardımcı olan ultrason hemşiresine teşekkür amaçlı gönderdiğimiz kartı gösterdi. Diğer kartlarla birlikte panoda asılıydı bizimki de. Acaba bizi hatırlayacak mıydı? Yan tarafta oturan genç bayan annesiyle gelmişti ve ağlıyordu. Sanırım acısı vardı. Hemşire odaya son giren ben olmama rağmen beni çağırdı. Sanırım diğerleri acil olarak ve randevusuz gelmişti. Kramp, ağrı, son adet günüm ve kanama ile ilgili sorulardan sonra ekran yanındaki sedyeye uzandım. Karnıma o soğuk jelden sürdü ve “İşte burada” dedi. Ben henüz ne olduğunu anlamadan o durmaksızın konuşuyor, birşeyler soruyordu. Bense sanki uykudaydım cevap veremiyor, gösterdiklerini göremiyordum. Gerçi görülecek pek fazla birşey de yoktu minik keselerden başka. Eşim kaç günlük olduğunu sorunca “6 hafta 3 gün. Bak ufak kalp atışları bile var” dedi. Eşim hemen gösterdiği yere eğildi bense ne aklımdaki soruları sorabiliyordum ne de birşey görebiliyordum. İkisinin konuşmaları arasında ağzımdan bir tek “Herşey normal mi?” çıktı.

Anlaşılan akıntılarım önemli birşey değildi. Ya da bebeği henüz etkileyen birşey değildi. Enfeksiyon olabilir diyerek doktora görünmemi söyledi. Beni tuvalete yolladıktan sonra eşim aralarında geçen konuşmayı eve dönüş yolunda anlattı. Hemşire bazı dökümanları doldururken eşim tekrar gidip ekrana bakmış. Hemşire de “Şu an çok küçük hiçbirşeyi belli olmaz, göremezsin” demiş. Eşim de “Evet; ama yine de çok güzel” diye karşılık vermiş. Tabii ki hormonlarım gözlerimin dolmasına neden oldu. Elime tutuşturduğu iki ultrason resmi de bana hediye oldu.

Umarım herşey yolunda gider. Mide bulantılarım iyiye işaret hiç kusmasam da. Sürekli yatmak ve uyumak istemem de normal olsa gerek. Geçen defa bu zamanlarda kaybetmiştik Hücre’yi. Bu haftayı atlatırsak sanki daha iyi olacakmış gibi herşey. Eşimse sürekli kalbinin nasıl attığını anlatıyor; pıt pıt pıt!

28 Ekim 2010 Perşembe

Normal Mi?

İki gündür karın çekiştirmeleri başladı. Dün öğleden sonra kendini epey hissettirdi sanki regl olacakmışım gibi ağrılarla. Gece de yattığımda ortaya çıktı, epey güçlü olarak bu defa. Bir ara korktum kaybediyor muyum diye; ama birkaç dakika sonra azaldı ve ayağa kalkıp dolaşınca geçmişti. Yine de rahat bir uyku uyuyamadım.

Bugün yine bir başlıyor bir duruyor; sanki iğne batar gibi, bıçak saplar gibi sızlatıyor. Bizim yaramaz büyümeye çalışıyor umarım. Günde 1-2 defa sarımtrak, bej renkli akıntım var. Bunlar beni elbette sürekli endişelendiriyor. Her tuvalet ziyareti akıntı kontrolü yapılmasına bir neden. Gece yarısı tuvalet ziyaretleri bile.

Şu haftalar bir an önce geçse! Ne de uzunmuş bu hamilelik dile kolay 40 hafta, nerdeyse bir sene (52 hafta)...

26 Ekim 2010 Salı

Yine, Yeni, Yeniden

Bu sabah ilk doktor randevumuza gittik. Günlerdir doktora neler söyleyeceğimi tekrarlayıp durmuştum içimden, notlar almıştım unutmamak için. Hatta sabaha karşı uykum kaçtığında doktor bana gerekli özeni göstermiyordu düşüncemdeki senaryoda ve ben doktorla tartışıyor ve hatta onu şikayet ediyordum. Neyse ki sabah oldu.


Bu doktorla ilk defa karşılaşıyorduk Dr. C. İlk görüşte sakin, sessiz, kıl bir havası vardı. Eşim de içeriye gelebilir mi diye sorduğumda olumlu yanıt verdi ve bu ilk havayı ısıtmaya yetti. Şikayetimi sorduğunda “Hamileyim” dedim. Sanırım verdiğim cevaptan hamile olmaktan mutlu ya da mutsuz olduğumu belli edemedim ki karşılığında önce tebrik etti sonra duraklayıp “İstiyor muydunuz?” dedi. “Evet”lerimizin ardından son adet tarihime göre doğum gününü 28 Haziran 2011 olarak hesapladı. Bu arada ben dayanamayıp kafamdaki senaryolarda günlerdir hazırlandığım hikayeyi anlatmaya başladım; birkaç ay önceki kaçırılmış düşük(missed miscarriage) hikayemi. Bir ara sesimin çatallaşması doktoru da üzdü, ifadesi değişti. Bu hamilelikte de öncekinde olduğu gibi hiçbir belirti yaşamıyor olmamın beni tedirgin ettiğini söyledim. “Sana olabildiğince erken ultrason ayarlayalım” dedi. Birkaç form doldurduktan sonra elle karnımı muayene etti, kiloma baktı, tansiyonumu ölçtü. Herşey iyiydi.


Son bir haftadır açık kahverengi ve sarımtrak akıntılarım olduğundan bahsettim ayrılmadan önce. Kontrol için bebeğin henüz çok küçük olduğunu haftaya tekrar gelmemi istedi. Bebeğim henüz 5 haftalıktı; hatta geç ovulasyondan ötürü ki bunu da vücut ısımı takip ettiğimden dolayı biliyorum adet tarihime göre olan hesaptan 2-3 gün daha küçük olmalıydı. Odadan çıkmadan önce başka sorumuz olup olmadığını sordu. Eşim hemen atladı, “Doktor Bey eşim uçağa binebilir mi?” diye. Bu soru da notlarımdaydı; ama tamamen aklımdan çıkmıştı. Doktor bir sakınca bulunmadığını; ama şu anki akıntılarımdan dolayı endişe duyduğunu yine de çok problem olmayacağını söyledi.


Dün başım zonkluyordu sabaha dek; bunlar beni endişelendiriyor. Hep Hücre geliyor aklıma. O zaman da olmuş muydu diye düşünüyorum. Birçok hamile bayan sabah bulantılarından şikayet ediyor, bense keşke bende de olsa bilirdim hala içimde olduğunu diyorum. Yapabileceğim herşeyi yapıyorum; sağlıklı besleniyor, sigara ve alkol kullanmıyor, vitaminimi içiyorum. Bunlar dışında karnımdaki bebeği yaşatabilmek için yapabileceğim başka birşey olmaması çok acı. Keşke bir camekan olsaydı karnımız hamilelikte de neler olduğunu görebilseydik içeride.


Son araştırmama göre de bu tarz düşük yani bebek ölür; ama anne haftalarca farketmez ve taşımaya devam eder tarzı kaçırılmış düşük hamilelikte %1 oranında görülmekteymiş. Ne kadar şanssız bir insan olduğumu siz düşünün artık...

21 Ekim 2010 Perşembe

Hmm...

Ayın 19’u Salı günü reglimin en geç olması muhtemel gündü; Pazartesi gecesi ucuz çubuklara göre daha iyi başka bir testte pozitif sonucunu aldık, hem de akşam idrarıyla. Sevinçliydik; ama çok değil. Heyecanlanmadık. Sanki grip aşısı sonrası bağışıklık kazanmışım gibi bir rahatlama etkisi oldu üzerimizde. Hücre’den sonra beklediğim hamilelik haberinin bu kadar da tepkisiz olabileceğini düşünmemiştim. Elbette bunun altında yatan tek etken bu hamileliğin de birkaç hafta içinde bitme korkusu.

Şu son iki ayda eğer test üzerinde pozitif sonucu görürsem ne kadar sevineceğimi; ama bu karışık duygular içerisinde hüngür hüngür ağlayacağımı düşünüp ya da planlayıp durmuştum. Beklediğim olmadı. Ağlamadım, duygulanmadım bile. Ama bu demek değil ki karnımda uterusuma yerleşmeye çalışan canlıyı sevmiyorum ya da istemiyorum; sadece onu da kaybetmekten çok korkuyorum. Bu korku beni etkisi altına aldı. Şu anki 4 hafta 4 günlük halimden bile mutlu olamıyorum. Haksız mıyım ama yaşadıklarımdan sonra?

Salı gecesi eşimle yok yere bir tartışmaya girdik; önemsiz küçük birşey beni salya sümük içinde bıraktı. Banyoya gidip rahat rahat ağlarken farkettim ki bu aslında ne zamandır beklediğim pozitif sonuç sonrası gelmesi gereken gözyaşları. İyice döktüm içimi ve kendime söz verdim. Bu bebek içimde sağlıklı olduğu sürece kendimi hiç üzmemeye, hiçbir şeyi kafama takmamaya ve gelecekle ilgili planlar yapmamaya. Adı ne olsun, cinsiyeti ne olacak, kime benzeyecek konularını ikimiz de açılmadan kapatıyoruz. Sanki hamile değilim gibi devam ediyoruz yaşamımıza. Son iki haftadır süren hamilelik belirtilerim de yorgunluk ve uykusuzluk hariç yokoldu bugün. O nedenle hamile olup olmadığımı unutmak çok kolay. Hatta belki içimde büyümesi durdu, tuvalete gidip kan görebilirim her an diye de düşünmüyor değilim. Tek korkum yaşamadığı halde hala içimde taşımaya ve gün be gün büyüdüğüne dair umutlanmaya devam etmek tıpkı Hücre’de olduğu gibi.

Bu arada ilk doktor ranvevum haftaya 5 hafta 2 günlükken; ama burada ilk gitmem gereken sağlık ocağımsı bir klinik olduğundan doktor benim ne amaçla randevu aldığımı bile bilmiyor. Hamilelik hakkında bana vereceği bilmediğim bilgi yok, sadece belki içimi rahatlatmak için erken randevu ayarlar. Pek umudum yok ama?

17 Ekim 2010 Pazar

?+


Dünkü hüsrandan sonra Pazartesi’yi bekleyemeden ve pahalı testlerimi ne olur ne olmaz diye harcamak istemediğimden son kalan ucuz çubuklardan biriyle yine dayanamayarak test yaptım. Yine çok belli belirsiz olmasına rağmen önceki güne göre koyulaşmıştı. Eşime Bala yardımıyla (oynattığım eli koluyla) haberi verdim; ama o “Testi gördüm banyoda; ama çizgi görmedim üzerinde ben” deyince koşarak banyoya gittik. Işıkları açıp iyice bakınca o da önceki güne göre daha belirgin çizgi olduğunu kabul etti; ama yine de bekleyip emin olmayı önerdi. Garip olan ben nedense hiç duygulanmadım ve heyecanlanmadım...

13 Ekim 2010 Çarşamba

Yeni Bir Umut Olabilir Mi?

Dün akşamüzeri kasık bölgeme bıçak saplarcasına sızılar girip çıktı birkaç dakika boyunca. Reglimin başlamasına bir hafta kadar bir süre olduğunu varsayarsak hiç beklenmedik birşeydi bu da. Kendimi yorgun ve halsiz hissettiğimden ki boğazım da şişti sabahtan beri en iyisi akşamki yoga seansını es geçeyim dedim. Gece saat 10 civarı adet ağrısı gibi bir ağrı başladı bu defa ve nasıl uyuyacağım bu gece bu ağrı devam ederse diye düşünürken yaklaşık yarım saat sonra durdu. Hemen internet araştırmalarımı yaptım ovulasyonun 7. günü bu ağrılar ne olabilir diye. Yerleşme ağrısı çeken birkaç kişinin yazdıklarını ve uzman yorumlarını okudum. İçten içe sevinsem de düşük sonrası neyin ne olduğu belli olmayan birçok ağrı tecrübe etmiştim.


Sabaha kadar deliksiz bir uyku uyayamadım; önce çok üşüdüm, sonra çok terledim. Döne döne hava aydınlanmamıştı ki kuş cıvıltılarıyla uyandım. Hemen başucumdaki dereceyi alıp son iki aydır her sabah yaptığım gibi gibi bazal vücut ısımı ölçtüm. Düne göre 0,25 derece azalmış hatta ortalamanın altında bir noktaya ani düşüş yapmıştı. Şaşırdım ve sevindim. Yerleşme dibi (implantation dip) denilen birşey okumuştum daha önce bir yerlerde. Şöyle; yerleşme genelde ovulasyondan sonraki 7 ila 10. günler arasında olur ki 5 ve 14. günlere dek de genişletilebilir. Yumurtlama olayı kesinleşmiş ve vücut ısısı yükselmiş kişilerde bu günlerde ısıda belirgin bir düşüş veya yükseliş hamilelik habercisi olabilir. Ama bu demek değildir ki kesin hamilesin ve ayrıca bunu yaşamadan da hamile kalan insanlar var. Hatta fertility friend sitesindeki araştırmalara göre bunu yaşayan kişilerin %11’i hamile kalmamış, hamilelerin de ancak %23’ünde böyle belirgin bir ısı düşüşü gözlemlenmiş.


Peki neden oluyor dersek, kısaca yumurtanın atıldığı folikül projesteron üretmeye başlıyor ve bu vücut ısımızın yükselmesine neden oluyor. Eğer döllenme ve dolayısıyla yerleşme olmazsa folikül yavaş yavaş ölerek projesteron üretimini azaltıyor. Eğer yerleşme olursa folikülün ömrü uzuyor ve projesteron üretimi devam ediyor ta ki bu görevi yapacak plasenta oluşana dek. Böylece hamilelik boyunca vücut ısımız da ortalamanın üzerinde seyrediyor. Hatta hamilelikte vücut ısısının azalması düşük habercisi olabiliyormuş. O nedenle hamile kalsam bile sanırım uzunca bir süre her sabah vücut ısımı ölçmeye devam edeceğim.


Bu karışık duygular içerisinde işe doğru yol alırken bir anda içten içe bir korku geldi ya hamileysem diye. Kendime öyle garipsedim ki hem aylardır hamile kalmak için uğraşıyorum, denemedik şey bırakmıyorum hem de hamilelik ihtimali karşısında endişelenip korkuyorum. Sanırım düşük sonrası böyle oldum aynı şeyleri yaşarsam diye. Ya da bir daha hiç hamile kalamayacağımı düşünüyordum ki gene düşüncelerim beni ters köşeye yatırdı.


Tabii ki henüz kesin bir sonuç yok; belki de bir tesadüf bu yaşadıklarım son iki gündür. Yine de içimde az biraz umut olsun diyorum arada saplanan ağrıları hissedince. Seni mutlu eden ağrıların olması ne güzel!

11 Ekim 2010 Pazartesi

Beklenen Gün ya da Günler

Son birkaç aydır bugünü yaşamadığımı farkettim. Sürekli bir gün belirleyip o günü bekliyorum. Bu Hücre’den önce başlamıştı ve Hücre’yi kaybetmemle daha da güçlendi. Günler benim için o beklenen güne ulaşmak için çabucak geçmesi gereken bir zaman. Bu da yaşamımı etkilemeye başladı. Sanki bu bekleme günlerinde yaşamıyorum, o beklenen gün veya günler geldiğinde gerçekten yaşıyorum.


Bu beklenen gün genelde yumurtlama zamanım oluyor. Gelsin bir an önce diye sabırsızlanıyorum. Geldiğinde ise, geçecek bir an önce diye telaşlanıyorum. Ondan sonra iki haftalık bekleme başlıyor. Adet kanaması; bu ay gelecek mi gelmeyecek mi diye sabırsızlanmakla ve o günü beklemekle geçiyor diğer günler önemsizlermiş gibi.


Bu, Hücre olmadan önce bebek planlamaları yaparken de böyleydi. “Hadi ne bekliyoruz bebek yapalım” dediğinde eşim, “Öbür ay gelsin, bahar bebeği olsun, şu ay doğsun, bu burç olsun” gibi beklentilerim vardı. Hücre bir sürpriz yaptı ve benim bu umutlu-umutsuz bekleyişlerim suya düştü. Aklım başıma geldi sandım; ama gelmedi. Hala planlama yapıyorum. Bu kez de yılbaşından önce tehlikeli dönem bitsin de ailelere yeni yıl sürprizi olsun derdindeyim.


Hayatımı planlayamaz oldum ne zamandır. Bu beni, benden dolayı eşimi ve tabii ki evliliğimizi etkiler oldu. Şimdilik ciddi bir sorun yaşamadık; ama bu gidişat hayır değil. Bunu aklım başımdayken farkediyorum, ya da yanlışımı anladığımda. Aklımın başında olduğu zamanlar da olmadığı zamanlara göre nadir bu ara...


İş için yurtdışına gidecek olan eşim, “Haydi hazırlan öbür ay şuraya gidiyorum, sen de benimle geliyorsun. Sana da değişiklik olur hem.” dediğinde anında suratımı ekşitip olumsuz nedenleri bir bir sayıyorum. İlk düşüncem de ya hamile kalmışsam ve şu kadar haftalık olursa o zamana düşük tehlikesi çıkarsa uçağa binemem diye devam ediyor taa ki eşim benim onunla seyahat etmeyeceğimi kabullenene dek. Mantıklı bir anımda ise hayatımı daha hamile kalmadan nasıl bir kapalı kutuya çevirdiğimi görüyorum. Hayatımın güzel günleri, güzel yaşları geçiyor ve ben hergünden ayrı zevk almak yerine bir güne odaklanıp onu bekliyorum. Herşeyi kendime yasaklayıp o beklenen güne geri sayıyorum. Tabii ki beklediğim gerçekleşmeyince de umutsuzluk ve hüzün deryasında boğuluyorum birkaç gün. Ve sonra herşey yeniden başlıyor bir döngü halinde.

7 Ekim 2010 Perşembe

Hücre'den Sonrası

Bir gün mutlu bir gün mutsuzum. Bir gün gülümsüyorum, önemsemiyorum başıma gelenleri, insanların başında ne dertler var halime şükrediyorum. Bir an geliyor bir daha asla hamile kalamayacağımı düşünüp umutsuzlukta boğuluyorum. Son iki aydır korunmamamıza rağmen hamile kalamamam beni üzüyor, aklıma binbir türlü hastalıklar, dertler sokuyor. Yumurtlama öncesi günlerim eşime yaptığım bir işkenceye dönüşüyor. Aramız bozuluyor; düzeliyor. Yıpranıyoruz. “Daha ikinci ayda böyleyiz, insanlar yıllarca uğraşıyor bebek için rahat ol. Üzme canını, bizim üreme sorunumuz yok ki” diyor eşim; ama o zaman neden bazıları düşük yapar yapmaz hamile kalırken ben iki aydır kalamıyorum. Ağlıyorum bende bir sorun var diye. Kızıyor, yine de birşey diyemiyor “Senin tek derdin hamile kalmak mı şu dünyada?” haricinde. Evet, benim tek derdim hamile kalmak artık.


Etrafımdakilerin, akrabaların, arkadaşların bebek-çocuk-doğum hikayeleri buruk bir sevinç veriyor bana. Acı bir gülümseme ile karşılık veriyorum haberlerine. Hücre sağ olsaydı çoktan yarı yolumuzu aşmış, cinsiyetini öğrenmiş belki de bebek alışverişine başlamış olacaktık. Bunları düşünmek üzüyor beni. Bir an önce hamile kalmak istiyorum o zaman kaybetmemek için bu hayallerimi. Diğer yandan hamile kalınca ilk üç ayı nasıl geçireceğimi düşünmek bile istemiyorum.


Şimdiden vücudumdaki her ağrıyı, sızıyı takip eder oldum. Düşük sonrası yaşadıklarım ve okuduklarım beni bu konuda aşırı bilgi sahibi yapmaya yetti. Mesela yıllardır bilmediğim ovulasyon ağrısını, son iki aydır yaşayarak öğrendim. Bunda Hücre’yi kaybederken çektiğim acı ve ağrıları iyice anlayabilmemin bir mantığa oturtabilmemin mi payı var yoksa düşük yaralarının hala iyileşmemesi mi etkili bilemiyorum; ama yumurtlama zamanımda öncesinde ve sonrasında bazen güçlü bazen hafif, bazen duran bazen saatlerce süren ağrılar yaşıyorum Ağustos’tan beri.


Vücut sıcaklığımı ölçmeye başladım yumurtlama olup olmadığını bilmek için. Bu ay normalden oldukça geç yumurtlamam beni derin bir karamsarlığa soktu. Her sabah ateşimin yükselmesini bekledim; bebek çalışmalarına (bebek dansı diyoruz) önem verdim. Eşim “Yine mi, hala olmadı mı?” diye oflasa puflasa da. Nihayet sıcaklığım üç gün arka arkaya az da olsa yükseldi de rahatladım. Kasık ağrılarım da geçti gibi geldi, ya da psikolojik olarak geçti.


Sıcaklığa ilaveten vajinal akıntımı da takipteyim. Hücre öncesinde de farkeder olmuştum farklı akıntıları farklı zamanlarda görmeyi. Birleşme için önemini biliyordum, spermin yaşaması için gerekli olduğunu da. Hücre’den sonra daha dikkatle takip eder oldum. Akıntım çoksa eşime “Haydi dansa bugün de” diyorum, akıntım azsa bu defa niye az acaba diye kendi kendimi yiyorum, yüzüm düşüyor, canım sıkılıyor. Mutlu olmam imkansız ta ki o azıcık sıvıyı görene dek. Eşim artık eve gelir gelmez “Var mı bu gece de bebek dansı?” diye sorar oldu. Eğer ses çıkarmıyorsam bu dönemin bittiğini anlıyor.


En kötüsü geçen aydı. Hafif bir mide bulantısı, gaz, baş ağrıları, tükürük fazlalığı, koyu renk idrar, burnumu temizlerken kanama, şişkinlik, ağızda garip tat, kokulara hassasiyet, uyku isteği hergünkü rahatsızlıklarımdı. Öyle emindim ki bunların hamilelik belirtileri olduğundan. Bir tek göğüslerim büyümemişti yeteri kadar. Hücre’ye hamile olduğumda tek belirti kocaman ağrılı göğüslerdi. Kendimi hamile olduğuma inandırıp testler bile yapmıştım ve negatif çıkan sonuçları daha erken olmasına (ovulasyon sonrası 8. gün) yoruyordum. Hastalanıp da kırmızı kanı gördüğümde çok güzel bir film izliyorduk evde heyecanla. Ve tabii ki benim o an ne film görecek halim kaldı ne de kendime ve gelecekteki bebeğimize inancım. Oturup ağladım. Sonra her zamanki gibi anlık hal değişikliklerim sayesinde tekrar düşük yapmaktansa hamile kalamayayım dediğim geldi aklıma günler önce. Onunla avuttum kendimi. Hatta annem erkek kardeşime hamileyken regl olmuş birkaç ay ve farketmemiş hamile olduğunu. Öyle olabilir mi benim de diye hala umut yitirmediğim bile oldu günlerce. Test yapmamış olsam da içten içe yanıldığımı biliyordum, zaten ateşim de düşmüştü. Şöyle düşünmek lazım heralde her yeni kanama yeni bir hamileliğe umut.


Şimdi gene bekleme devresindeyim. Geçen ay yaptığım gibi iki günde bir hamilelik testleri yapmayacağım bu defa. 11. günü bekleyeceğim en azından. Şimdi de kokulara hassasım, ama diyorum ki ben zaten kokulara hassastım hep. Şimdide kasık ağrım var, ama gaz ya da yediklerimden diyorum. Bu ay da umutlanıp tekrar umudumu kaybetmek istemiyorum. Hatta kahve falında yılbaşında aileye bir müjdeli haber geliyor çıksa da.


Kızkardeşime anlattım Hücre’yi ve yaşadıklarımı geçenlerde. Çok normalmiş gibi karşıladı. Ya benim anlatış tarzımdan ya da ona uzaktan öyle normal birşey gibi geldiğinden. “İlk hamileliklerde çok görülüyormuş düşük zaten” dedi. Annem duysun istemedim. Her komşusuna olayı anlatmasının yanında bu duruma çok üzüleceğini bildiğimden. Biraz da yargılayacağından korktum, “Bak zamanında çocuk yapmadınız yaşınız otuzu geçti, zor olur artık” demesinden. İçten içe bunun doğruluk payı olduğunu düşünüyorum; ama başkasının söylemesi annem bile olsa bana dokunur. Çünkü ben kendimi otuzumu geçtim diye büyümüş, olgunlaşmış ve yaşı geçmiş olarak görmedim hiç. Ayrıca üniversite yıllarımdan tanıdığım tüm yaşıtlarım bu sene hamile kaldılar; bu da bir tesadüf olmasa gerek. Yine de ilerde anneme anlatmak isterim Hücre’mi. Kendisi erkek kardeşimi doğumdan 3 ay sonra kaybetmişti. Çektiği acı benimkinin yüzlerce binlerce katı olsa gerek. Beni kardeşimden daha çok anlayacağını biliyorum. Sadece henüz anlatmak istemiyorum.

13 Ağustos 2010 Cuma

Hücre'nin Hikayesi - Veda



Eminim ki hiçbir zaman unutmayacağız Hücre'yi. Uzüntülerim ya zamanla azalacak ya da artacak. Bunu şimdiden kestirebilmek zor.

Geçen hafta gittiğimiz kontrolde doktor herşeyin iyi gittiğini; ama kesenin hala orada olduğunu ve birkaç gün içinde onun da çıkacağını söyledi. Peki ya tuvalete düşen o gri, ciğer gibi parça neydi o zaman? Son günlerdeki kanamalar yerini lekelere bıraktığından ben herşeyin bittiğini düşünüyordum. Oysaki Hücre hala içimdeydi ve ben hala ölü bebeğimi taşıyordum. Son günlerde artan başağrılarımın da hormonlar yüzünden olduğunu söyleyen doktor, bir hafta sonrasına tekrar randevu verdi. Ertesi gün işe giderim diye planlar yaparken birden yine bir bilinmezlikle karşıkarşıyaydım. Görünürde bir problemim yoktu; ama ya o sancılar, ağrılar ve şiddetli kanamalar işyerinde başlarsa ya da yolda. Öylesine çabuk ve ani geliyordu ki, ağrı kesici etkisini gösterene dek yerlerde kıvrandığım olmuştu. İş yerime son bir ricayla haftasonuna dek evde kalacağımı söyledim. Herşey haftasonu bitmeliydi.

Günlerdir evde kalmak, yemek bile yapmadan tüm günü bilgisayar karşısında gebelik/düşük forumlarını okumak, soru sormak, başkalarına cevap yazmak arada uyumak ve kitap okumak bana artık sıkıcı gelmiyordu. Aksine dışarı adım atmak, insan içine çıkmak, birisiyle muhabbet etmek yapmak istediğim son şeylerdi. Şimdi bir an önce kesenin düşmesini sağlamam gerekiyordu. Düşük yapmayı hızlandıran birşey bulamadım araştırmalarımda; ama doğumu hızlandıran birkaç makale ufkumu açtı. Ne de olsa bu da bir çeşit doğum sayılırdı. Yürümenin faydası olduğunu okudum. Dışarı çıkmak bile istemiyordum; ama düşüğün bir an önce tamamlanması için buna mecburdum. İçimde parça kalırsa ve ameliyat olmak zorunda kalırsam durum daha kötü olurdu. Eşimin ısrarı ile ertesi sabah ona tren istasyonuna kadar eşlik ettim. Evde de çömelir veya bağdaş kurur şekilde geçirdim günü. Gece yatmaya hazırlanırken ağrılarım başladı 11 civarı. Başta hafifti, ağrı kesici almak istemedim. 15 dakika içinde kasıklarım patlayacak gibi acıyordu, iki ağrı kesici birden aldım. Eşimi sıcak su torbası yapması için mutfağa gönderdim. Yerimde duramıyor, gözyaşlarıma da engel olamıyordum. Sanırım Hücre ile veda zamanı gelmişti. Bebeğim bana daha fazla tutunamayacaktı. Eşim gelene dek ağladım durdum.

Geceyarısını Youtube’dan animasyon filmler izleyerek geçirdik. Şekilden şekile giriyor, ağrımı yine de dindiremiyordum. Saat 2’ye doğru yatağa yatalım dedim; belki yorgunluk ve acıdan sızarım diye. Henüz keseye benzer birşey düşmemişti. Sabaha dek bir uyur bir uyanık döndüm durdum. Ölü, ufacık bir bebeği doğurmak bu kadar zorsa, asıl doğum nasıl olacaktı? Tabii eğer birgün tekrar hamile kalıp bu düşük olayına yakalanmayan %75 arasına girersem...

Ertesi gün hafif kramlar ve hafif kahverengi ve kırmızı akıntılar dışında birşey olmadı. Kendimi toparlamaya karar verdim. Bu şekilde hayata küsemez, eşime daha fazla yakınamazdım. Hücre ister içimde ölü olsun, ister dışarı çıkmak istemesin benim hayatım devam ediyordu ve onu örtüler altına saklanıp ağlayarak geçirmemem gerekiyordu. Duştan çıkınca günlerdir ilk defa kendime özenenerek giyindim. Cuma olduğundan eşim normalden erken gelip beni parka yürüyüşe götürdü. Parkta birçok bebekli insan görmek, niye ben niye onlar değil sorularının yinelememe neden oldu. Biliyorduk ki cevabı yoktu. Eşim dışarda yemeği teklif etti; ama ya ağrılarım başlarsa ya da restoran tuvaletine düşerse Hücre düşüncelerim eve doğru yol aldırdı bize. İyi ki de öyle yapmışız. Eve dönünce tuvalete girdiğimde ince, damarlı ve kanlı dokunun uzayarak vajinamdan sarktığını gördüm. Biraz zaman verip tuvalette oturup birşeyler okurken, tuvalet içine düşen birşeyin sesiyle irkildim. Hemen kalkıp dikkatlice baktım. Sönmüş balon gibi birşeydi; patlamış kese olması muhtemeldi. Eşime seslendim; çubuk gibi birşey bulup biraz kurcaladık doktorun kesinlikle yapma demesine rağmen. Başta korkup “Boşver, sifonu çekelim” dedik; ama sonra iyice bakınca fasülye tanemizi gördük. Gerçekten de internetteki resimler gibiydi. İri bir fasülye şeklinde ve kocaman bir kafa. Eşim benim çok üzüleceğimi umduğundan gözleri bendeydi sürekli; ama tersine ben çok ferahlamıştım. Nerdeyse mutlu oldum. Hücre’nin hücre olmadığını görmek ve vücudumun bir canlı -fasülye kadar da olsa- meydana getirdiğini görmek beni hayrete düşürdü. Karnımın içinde bilmediğim, hissetmediğim, görmediğim bir şey olmaktansa bildiğim ve gördüğüm bir minyatür bebekti artık. Kendimle gururlandım. O gece ferah ve huzurlu geçti.

Ertesi sabah uyanıp tuvalete gittiğimde vajinamdan büyük ve sıcak bir şeyin akıp tuvalalete düşmesi bir saniye içinde olup bitmişti. Hemen baktım ve iri bir kayısı büyüklüğünde, sert ve kanla örtülü garip bir parça gördüm. Bu mu keseydi diye düşünürken eşim sifonu çekti. Önceki akşam gördüğüm fasülye tanesi çok netti, bu kese olamazdı, emindim. O gün hemen çarşıya çıkıp bebeğimi hatırlamak için bir tavşancık ve her zaman takmam için hücre gibi taşı olan yüzük aldık. Gene bebekli ve hamile insanlar gözüme girdi. Eşim “Yeni bebek çalışmalarına ne zaman başlayalım?” diyerek konuyu dağıtmaya çalışıyordu. Zaman zaman gelen ufak gözyaşlarımdan sonra evde tavşancığıma sarılmak bana iyi geliyordu. Eşim de baştan “Kendini kaybetme, o gerçek değil” dese de kendi de çok sevmeye başladı Bala’yı. Ona Hücre diyemezdim, hüzün kovan kuşu olmuştu benim için; ama kısaca Bala...

İlk iş günüm, işyerinde kimsenin beni hamile bilmemesine rağmen, kötü geçti. En son buradan ayrıldığımda kendimi hamile biliyordum. En son buradaki tuvalette görmüştüm kahverengi lekeyi ve anlamıştım Hücre’yi kaybetme ihtimalini. Öğleden sonra hamile bir arkadaşımın bebeğinin cinsiyetini öğrenip eşiyle birlikte son bebeksiz tatillerine gittiklerini duydum. Onun için çok seviniyordum elbette; ama niye ben demeden duramıyordum gene. Eve gittiğimde kendimi yatağa atıp, Bala’ya sarılıp ağladım. Çok ağladım bu defa. Eşim geldi, güldüremedi beni, durduramadı gözyaşımı. “Haklısın ağla, senin en doğal hakkın” dedi. “Sen de anne olacaksın en kısa zamanda” dedi. “Arkadaşlarım karınlarında bebekleriyle uçağa binip tatillere giderken ben bir tavşana sarılıp ağlıyorum, bunu haketmiyorum” dedim.Bir kontrol delisi olmak istemediğimi, ama hamile kalırsam hergün içten içe çıldıracağımı, uçağa binmeyeceğimi, güneşe çıkmayacağımı, evden ayrılmayacağımı; aslında böyle biri olmak istemediğimi, ama böyle manyak biri olacağımı anlattım hıçkırıklarım eşliğinde. “Haklısın, sen bunu haketmedin; hamile kaldığında daha sık kontrole gideriz” dedi.

Ertesi hafta doktora gittiğimde anlattıklarıma bakarak ve beni muayene ederek herşeyin yolunda olduğunu söyledi. Hemen hemen herşey düşmüştü ve birkaç gün daha ufak kanamalar olacaktı. Zaten toplam 15 gündür kanamam vardı. Uterusum eski haline dönüyordu ve bu da hafif sızlama ve ağrılara neden olabilirdi. Bu kadar çabuk sürede vücudum kendine geldiği için aferim aldım; ama bu genel bir moral yükseltme övgüsü olmalıydı. Altı hafta içinde tekrar regl olacağımı ve ondan sonra hemen bebek yapabileceğimizi söyledi. Kan testi sonucu hCG hormonu seviyesi 12 çıktı; sonuç çok iyiydi. Aklıma rubella (kızamıkçık) hastalığını sormak geldi. Hamilelikte bu hastalık çok tehlikeliydi ve annenin yakalanması halinde bebek mutlak bir sakatlıkla doğardı. Annemin aşı olup olmadığımı hatırlamadığını söyleyince hemen kan testi yaptı ve sonuçlarını iki hafta içinde alabileceğimi söyledi.

Bazen bir an önce tekrar hamile olmak istiyorum, bazen hamile kalırsam Hücre’ye ihanet edip onu unutacağım gibi geliyor. Bazen de hiç hamile kalmamalıyım diyorum. Çünkü hiç biri bu ilki gibi heyecanlı, mutlu ve umut dolu olmayacak. Bu da benim cezam olmalı.

Eminim ki hiçbir zaman unutmayacağız Hücre'yi. Hep seveceğiz. Hep gözümüze dolan bir yaş ve buruk bir mutlulukla hatırlayacağız.


Resmin kaynağı:http://www.flickr.com/photos/norerun/3364619699/


2 Ağustos 2010 Pazartesi

Hücre'nin Hikayesi - Gözyaşı

Hücre'nin bize yaptığı güzel sürprizle başlayan mutlu ve umutlu günler ancak 9 hafta 5 gün sürdü. İlk 4 hafta varlığından habersiz olduğumuzu sayarsak, 5 haftada insan görmediği, dokunmadığı ve bilmediği (belki de içten içe bildiği) bir canlıya nasıl da çok bağlanıyor?


Yürüyüşten döndüğümüz Pazar gecesi boyunca ve ertesi sabah kahverengi akıntıdan eser yoktu; epey bir ferahladım. Herşey normaldi, 10. haftaya hoşgeldiniz belirtileriydi demek. İşyerinde günlerden pazartesi olmasına rağmen kendimi iyi hissediyordum. Sabahki takım toplantısında birkaç hafta sonra burada yapacağım hamileliğime dair açıklamayı düşündüm ve insanların verecekleri tepkileri. Tüm gün birkaç gün sonraki kan testlerini ve doktora neler soracağımı planlamakla geçti. Mutlu son dediğim 12. haftaya yaklaşıyorduk ve Hücre beni hiç üzmemişti bugüne dek. Eşim de yurt dışına gidiyordu iş için birkaç günlüğüne bu hafta ortası. Bebişimle ben yalnız kalıp film izleyerek tembellik yapacaktık koltukta akşamları. Hücre'yi düşünmekten iş yapamaz duruma gelmiştim. Daha şimdiden böyleysem önümüzdeki aylarda neler olacaktı acaba?


Akşamüzeri tuvalete gittiğimde küçük parmağımın tırnağı kadar kahverengi bir leke gördüm günlük pedimde. Onun dışında başka salgı da yoktu, birdenbire kesilmişti sanki. Önce umursamadım, normaldir diye. Sonra internette araştırdım birkaç dakika. Ardından eşimi aradım; "Çıkalım mı hemen?" dedi benden telaşlanıp, "Gerek yok, sanırım normal genelde bu ufak lekeler"dedim. Dayanamayıp tekrar tuvalete gittim bir yarım saat sonra ve bu defa biraz daha fazla leke ile tuvalet kağıdına akan yapışkan kahverengi salgıyı görünce panikledim. İş arkadaşlarıma birşey uydurup eşimi aradım "Hemen çıkıyorum, acil doktora gidelim" diye.


Eşim ben eve varmadan randevu ayarlamıştı bile. Doktora şikayetlerimi söyledikten sonra bana bu tür akıntıların normal olduğunu, yine de endişelerimi gidermek için acil bir ultrason ayarlayacağını, durumun düşükle sonuçlanması halinde yapılabilecek birşey olmadığını ve bunun doğanın kanunu olduğunu anlattı. Karnımı muayene ettikten sonra bana iki gün sonrası için ultrason tarihi verdi. Biraz ferahlamış olarak çıktım odasından. Evde o akşam 12. hafta taraması ve kan tahlili için hastaneden gelen belgeleri okudum. Eşim kan tahlili gününde burada olamayacağı için onunla ilgili bilgi isteyen formları doldurduk. Ailelerimizde diyabet, kalp, damar tıkanması, akli dengesizlikler gibi hastalıklar olup olmadığını sorguluyorlardı. Neyse ki anne babalarımız son derece sağlıklıydılar. Son tuvalet ziyaretinde de korkulacak birşey olmadan yattık Pazartesi gecesi. Hala endişeliydim elbet, içimde neler oluyordu bir bilsem. Eşimle hep ne olursa olsun da sağlıklı olsun derdik; hastalıklı veya sakat olacaksa erkenden bilip önleyelim derdik; ama hiçbir zaman gerçekleşeceğini düşünmemiştik.


Son zamanlarda her gece olduğu gibi yine tuvalete kalktım sabah olmadan. Geniş bir kahverengilik vardı pedimde. Uykum kaçtı, olabilecekleri düşünmek bile istemedim. Şimdiye dek herşey sorunsuzdu, ne olmuştu birdenbire? Sabah tuvalette tekrar kahverengi rengi görünce işe gitmemek için bahane uydurdum. Bugün dinlenmem kanamayı engellerdi belki. Gün boyunca yatarak internetteki forumları okudum, forumlara yazdım. Herkes normal bunlar 9. haftada derken, akşamüzeri kahverenginin kırmızıya dönmesiyle fenalaştım. Ertesi gün olsa da ultrasonda Hücre'yi görsek diye tutuşuyorduk ikimiz de. Akşam başlayan ve birkaç saat süren regl sancısı türü hafif ağrılar Hücre'yi görebilme umutlarımı azaltmıştı gece yarısına doğru. Eşim ise "Şimdiden kötü düşünme, benim içimde umut var; göreceğiz Hücre'yi suyun içinde elini bacağını oynatırken" diye avutuyordu beni.


Çarşamba sabahı yumurta beyazı kıvamındaki kahverengilikten sonra eşime çok umudum kalmadığını, hastane odasında göreceklerimiz karşısında kendisini hazırlamasını söylesem de o hala pozitif düşünmeye devam ediyordu. Nihayet saat geldiğinde ikimiz de hazırdık, özellikle ben elimde 1.5 litrelik su şişesiyle. Başımıza ilk kez böyle bir olay geliyordu, ultrason odasında bulunacağımız belki de bebeğimizin kalp atışlarını duyacağımız ya da malesef ile başlayan cümleyi duymak zorunda kalacağımız. Son derece korkak ve panik bir insan olsam da bu tür hastane durumlarında bu defa inanılmaz derecede cesaretliydim. 1.5 litrelik suyu içtikten sonra hafif loş ve küçük odaya girdik. Doktor birkaç bilgi istedikten sonra (son regl olduğum tarih vs.) beni yatırdı ve karnıma jel sürdü. Eşim de ben de gözlerimizi ekrandan alamıyorduk. Garip olan başkalarında gördüğümüz scan resimlerine benzer birşey göremiyor olmamızdı; ama ikimiz de sesimizi çıkaramıyorduk. Ölçümleri yaptıktan sonra doktor durumun biraz garip olduğunu, bebeğin boyutlarının 9 haftalığa değil de 6 haftalık bebeğe uyduğunu, verdiğim regl tarihlerine emin olup olmadığımı sordu. Adım gibi emindim regl dönemine; çünkü bebek yapmak için takip ediyordum aylardır. "Bir de içerden muayene edelim" dedi, beni tuvalete gönderip içtiğim 1.5 litre suyun baskısını hafifletmemi istedi. Sonuç değişmemişti. Hücre hala 6 haftalık görünüyordu malesef. "Bu gördüklerim ve senin kanamayla ilgili anlattıkların pek hoş görünmüyor" dedi. Kanamanın nereden kaynaklandığını gösterdi, çok önemli değildi. Ama asıl sorun Hücre'nin büyümesinin durmasıydı. "Haftaya tekrar gel, bakalım bebeğin boyutlarına tekrar, bir değişiklik olacak mı?" dedi. Eğer bu arada düşük olayını yaşarsam neler yapmam gerektiğini söyledi "Yanında ağrı kesici bulundur ve işe gitmemen için sana iki haftalık rapor yazıp göndereyim" dedi. Hala garip bir şaşkınlık vardı bende, niye işe gitmemeliydim ki. Eşime dönüp "Çok uğraşmış mıydınız bu gebelik için?" diye sordu. Sürpriz oldu bize diye verdiğimiz cevap karşısında "Çok iyi, ilk regli gördükten sonra hemen tekrar hamile kalabilirsin" dedi. Ya olayları kavrayamamış ya da şokta olduğumdan bu olup bitene çok normalmiş gibi tepkiler veriyordum. Doktorun ilgisi ve tepkisi bile benimkinden fazlaydı.


Eve dönüş yolunda olabileceklerden konuştuk yine normal iki insan gibi. Evin sokağına vardığımızda nereden geldiğini anlayamadığım bir ağlama krizi başlamıştı bile. En çok yakındığım şey ise 3 haftadır nasıl farkedememiş olmam ve niçin bizim başımıza geldiğiydi. Çok yakın üç arkadaşım hamileydiler ve tehlikeli dönemlerini atlatmıştı hepsi. Durup başlayan ağlamalarım dışında herşey hala aynıydı, hala hamileydim ve Hücre hala içimdeydi. Belki de haftaya büyümüş görecektik. Eşim iş için yurt dışına gidecekti o akşam, ama bana soruyordu "Kal dersen kalırım" diye. Hiçbir şikayetim yoktu ki ağlamak dışında, hem o etrafta değilken daha rahat ağlar, yasımı tutardım. Eşim haftasonuna dek işe gitmemem için beni ikna etti. İşyerine haber verdim. Tabii hamile olduğumu bilmediklerinden, gözümde bir enfeksiyon olduğunu söyledim. 


Eşimi yolculadıktan sonra oturup forumdaki arkadaşlara son haberleri yazdım. Eşim ve onlardan başka kimsem yoktu ki bu felaketi paylaşabileceğim. Tabii bu arada uzun ve acılı ağlama krizlerim oldu. Bunların hepsi normaldi. Öyle diyordu herkes. O gece bir tarafta eşim bilgisayar karşısında Skype'tan bana destek verirken bir yandan film izliyor gibi yapıyor, bir yandan da hafiften başlayan kasık ağrılarımı parasetamol alarak dindiriyordum. O gece yatağımın altına kocaman bir muşamba serdim. Okuduğum düşük öyküleri yatak batıran cinsteydi. 


Perşembe günü sabaha karşı uyandığımda tuvalete gitmeye korkuyordum. Neyse ki ortada korkulacak birşey yoktu, henüz. Eşime dışarı çıkıp alışveriş yapacağıma dair söz vermiştim biraz değişiklik olsun diye; ama gelip giden ağlama nöbetleri yüzünden dışarı çıkasım yoktu hiç. Tüm günü hafif ev işleri, internet muhabbetleri ve televizyon izleyerek geçirdim. Akşamüzeri 18:00 civarında başlayan ağrı 10 dakika içinde parasetamola koşmamı gerektirecek şekilde gittikçe güçlendi. Hazır hala ayakta durabiliyorken yiyecek birşeyler hazırlamaya giriştim, ayakta olduğumdan mı nedir ağrı şiddetlenmeye devam etti. Ben de bir yandan ağrılara dayanmak için mecburen de olsa yemem gerektiğini bildiğimden salata yaparken bir yandan da Hücre ile vedaşlaşmaya başladım. Biliyordum ki artık beni bırakıyordu. Onu ne kadar çok sevdiğimi, ondan sonra tekrar hamile kalırsam hiçbir zaman Hücre'ye duyduğum heyecanı hissetmeyeceğimi, çünkü Hücre'nin hayatımıza çok güzel bir sürpriz yaparak geldiğini, ondan kimseye bahsetmediğim için unutulmayacağını çünkü onu teyzesine ve anneannesine geç de olsa anlatacağımı, şimdi yukarıda büyük dedeleriyle birlikte olduğunu, onu hatırlamak için kendime bir takı alıp sürekli takacağımı ve hatta belki bahçeye onun için bir ağaç ekebileceğimizi anlattım. Bunları konuşurken arada hıçkırmaktan nefessiz kaldım, arada kendime deliriyor muyum acaba diye sordum. Bir ara çömeldim ağrı dinsin diye, bir ara gidip uzandım. Salata bittiğinde saat akşam 9'du. Diğer ağrı kesiciyi almak için bir yandan ağlayıp bir yandan zorla yedim. O arada kızkardeşim aradı; ona birşey farkettirmeden telefonu kapatmayı becerdim. Eşim hala yurt dışındaydı, hala otel odasına dönmemişti. Emindim ki işi biter bitmez bilgisayarın karşısına geçerek beni avutacaktı. 


İkinci ilaç sonrası sıcak su torbasının etkisiyle gece 11'e dek koltukta uzandım. Bu arada eşim bilgisayar ekranında karşımda, beni yalnız bırakıp oraya gittiği için kendine kızıyor, arkadaşlarımızı arayıp eve göndermeyi teklif ediyor, sabahki ilk uçak saatine bakıyordu. Bense o an etrafımda kimseyi göremeyecek ve istemeyecek kadar acılar içerisindeydim. Her tuvalete gidişim korkutuyordu beni, kanamalar artmıştı; normal regl kanamasından daha fazla, salgılı ve parçalıydı. Bir yandan eşime kulak veriyor, bir yandan başıma neler geldiği ve geleceğiyle ilgili yazılar okuyordum ağrı elverdiğince. Gece yarısına doğru kasılmalar sıklaştı. Ağrının ne zaman geleceğini anlar olmuştum. Eşim dakika tutmaya başladı kasılmaların sıklığını ve uzunluğunu ölçmek için. Kendimi kuytu bir köşeye saklanmış doğum yapmaya çalışan kedi gibi görüyordum. Bazen örtüyü kafamdan aşağı çekiyor, eşimin beni acıdan ağlayarak görmesine engel olduğumu sanıyordum. O ise "Ağla aşkım, X'i arıyorum, gelip seni hastaneye götürsün, ne işim var benim başka ülkede, dayan aşkım..." diye saçlarını yoluyordu karşımda. İki dakikada bir giren ve ağrı kesicilerin etki bile etmediği kasılmalar doğum yapsam böyle olurdu heralde dedirtti. Arada bir tuvalete gidiyordum belki daha rahatlatır diye, ama her gidişim dönüşteki yeni ve güçlü kasılmalara neden oluyordu. Kasılma bittiği an kendimi hiçbir yeri ağrımayan, sağlıklı bir insan gibi hissediyor, iki dakika geçmeden tekrar acıdan gözüm dönüyordu. Geceyarısını geçmişti saat; acaba sabahı görebilecek miydim? Bu kuşkularımı eşime belli etmemeye çalışıyordum. Orada zaten çaresizdi. 


Gözlerimi karartan sancı bitmek bilmiyordu, eşimin önceden tuttuğu dakikalara uymuyordu. Saç telimden ayak tırnağıma kadar kasılmıştım. Bilseydim bunların başıma geleceğini eşimi yollar mıydım, doktora sormamazlık eder miydim neler olacağını? Ben ki eşimin kafasını şişirirdim konuşmaktan, ağzımı bile açamıyordum ah etmeye. Eşim karşımda kahroluyor, ben burda acı ve gözyaşı içinde şu sancının bitmesini diliyordum bir an önce. Ne kadar sürdü, nasıl oldu bilmiyorum; ama hafifleyip de tuvalete gittiğimde embriyo ya da plasenta olduğunu düşündüğüm gri bir parça düştü. Eşim Skype'da beni göremeyince merak edip sesleniyordu. Tuvaletten eşime bağırdım "Hücre bu sefer gitti galiba" diye. 


Koltuğa döndüğümde sancılar tekrar devam etti girip çıkmaya. Her biri çıktığında kendimi yorgun ve bitkin hissediyor, bayılmaktan ve ayılamamaktan korkuyordum. Tansiyonumun iyice düştüğünü farkedince mutfaktan bisküvi alıp kemirmeye başladım ağrılar izin verdiğinde. Sabahı 2'sine doğru şiddeti ve süresi azalmıştı çektiğim acının. Üzerime birşeyler örtüp yorgunluktan uyuyakaldım ekrandan eşim beni izlerken. 


Sabah 4'ü geçiyordu gözlerimi açtığımda. Skype kesilmiş, ama hala bilgisayar açıktı. Ağrım sızım olmadığını farkedip bilgisayarı kapatmaya çalıştım, o sırada içimden sıcak birşeyler aktı. Ne kadar büyük olanın geçtiğini içten içe bilsem de daha neler olacağı konusunda bir fikrim yoktu. Tekrar yattım. Bir saat kadar sonra eşim de uyanıp beni aradı. Daha iyi olduğumu; ama tuvalete gitmeye korktuğumu, ya aşırı kanama olur da durduramazsam diye ne yapacağımı bilmediğimi anlattım. O oradayken cesaret bulup kalktım büyük bir dikkat ve yavaşlıkla. Neyse ki korkulacak miktarda kan yoktu; hala normale göre çoktu, hala parçalıydı ve hala barsaklarım da her tuvalete gittiğimde çalışıyordu. Geri gelip uzandım koltuğa; koltuk, yanımda bilgisar, elimin uzaklığında sehpa, üzerinde su, ilaçlar ve dün akşamın yemek tabağı. Neler olmuştu? Neler yaşamıştım? Nasıl üstesinden çıkmıştım diye düşünürken, eşimi iyi olduğuma ikna ettim ve akşama o gelene dek sadece yatacağıma söz verdim. Zaten başka da birşey yapmaya gücüm ve isteğim yoktu. Çarşamba günü hastaneden geldiğimizden beri bahçeye bile çıkmamıştım. Uyumaya çalışmamla birlikte korkunç bir ağrı kasıklarımı parçalamaya başladı sanki. Cuma günü saat sabahın 6'sıydı. Hemen süt ve ağrı kesici aldım. Durmak bilmedi, tam bir saat sonra nihayet uykuya dalmıştım.


İki saat uyumamıştım bile uyanıp hemen bilgisayarı açtım; eşim haber bekliyordu benden sürekli. Bir yandan ona bir yandan forumlara yazıyordum. Doğum üç fazdan oluşuyordu. Yazılanlara göre benim yaşadığım doğumun ilk fazındaki acıydı. Sonraki adımlarsa bebeğin doğumu ve plasentanın çıkmasıydı. Karnımdaki kramplar dayanabileceğim kadardı; ama ani bir ağrıya karşı birşeyler yemem gerekiyordu. Canım da doğal olarak hiçbir şey yemek istemiyordu. Kalkmaya bile halim yoktu. O an eşim burda olsaydı diye içimden geçirdim; önceki gece bile ona bu kadar ihtiyacım olmamıştı. Çünkü o acılar karşısında hem ben hem de o çaresizdik. Önce ne yapacağımı düşündüm, aklıma annemin ben çocukken her hastalandığımda yaptığı bol limonlu pirinç çorbası geldi. Hem basitti hem de psikolojik olarak beni iyileştirirdi adı hasta çorbası kaldığından. Son enerjimle onu pişirip yedikten sonra tekrar uzanıp dizüstü bilgisayarı kucağıma aldım. Sıcaklığı karnımdaki sızılara iyi geliyordu. Hemen başıma daha neler gelebileceğiyle ilgili hazırlandıktan sonra, daha çok ağrı, ateş, kanama gibi, Hücre'ye bir blog yapmaya karar verdim. Birkaç saat doğru ismi bulmakla geçti. Ayarlamaları yaptıktan sonra ışık hızıyla yazmaya başladım. Hiçbir noktayı atlamak istemiyordum. Birlikteliğimiz öyle kısa olmuştu ki, paylaştığımız ve aklımda olan her saniye değerliydi benim için.


Saatlerce kendimi kaybetmişim koltukta, aynı kıyafet, aynı yatak, aynı bardak sehpada, dişlerimi fırçalamamıştım, yüzümü bile yıkamamıştım ki gözyaşlarım akıp durmuştu suya ne gerek. O ara eşim uçağa binmişti bile bana doğru. Bir yandan forumdan gelen cevapları okuyor, bebeklerimiz için neler yapabiliriz diyorduk. Kimi ağaç/çiçek dikmekten bahsediyor, kimi bir kolye ucu alıyor ki melek şeklinde, kimi onunla ilgili belgeleri (scan resimleri vs) koymak için bir kutu yapıyor, kimi oyuncak alıyordu istediğinde sarılıp ağlamak için. Bu oyuncak fikri bana da güzel gelmişti. Emindim ki ağlama krizlerine gireceğim ve ona sarılmak isteyeceğim çok günler olacaktı önümde. Tam bu ara annem tatilde olduğundan beni sık sık aramıyordu; yoksa onun sesini duyduğum an kendimi kaybedebilirdim. Pazartesi annemin doğumgünüydü, bir ara ona öyle çok söylemek istedim ki doğumgünü hediyesi olarak yakında anneanne olacağını. İyi ki de tutmuşum kendimi...


Kapı çalınca koşarak gittim, eşimle sarıldık ve kapıyı bile kapatamadan ağladık uzunca hiç konuşmadan. Ona iki gündür bana yuva olan koltuğu gösterdim ve tekrar sarılıp ağladık ta ki kasıklarımda o sabahki şiddetli ağrı başlayana kadar. Eşim acil sağlık hattını arayıp daha güçlü bir ağrı kesici konusunda tavsiye istedi. İbuprofen içerikli birşey alınca ağrı hafifledi. Beni bu atmosferden kurtarmak için zorla duşa soktu, o da yanımdan ayrılmadı birşey olursa bana diye. Ben giyinirken, koltuk ve etrafını tamamen toparlayıp yemek hazırladı. Önceki gece yanımda olamadığı için büyük acı içindeydi ve etrafımda dönüyordu beni memnun etmek için. Arada bir sımsıkı sarılıyor, ki her sarılması fiziken karnımı acıtıyordu. Bir ağrı kesici daha alıp rahat uyuyabilmek için, tabii sıcak su torbamla yatağa yattım.


Cumartesi sabah daha iyiydim, hala hafif ağrılar olmasına rağmen ağrı kesici almadan dayanabiliyordum. Kanamam da azalmasına rağmen hareket ettikçe içimde bir yerler acıyordu. Tuvalet ihtiyaçlarımı giderirken, yürürken, dönerken vs. Eşim düşük esnasında çok fazla kasıldığım için bu tür kas ağrılarının ancak kendini gösterdiğini söyledi. Büyük ihtimalle de haklıydı. Kendimi daha az ağlar, biraz güler bile buldum ve üzüldüm. Arada bir "Niye biz?" diye soruyordum; ama cevabı kimse bilmiyordu. Akşama doğru ağrılar arttı yine, ağrı kesiciye bağımlı hale gelmekten korkuyordum. Pazar günü de genel olarak dinlenmeyle geçti. Belirgin bir iyileşme vardı; ama geceye doğru başlayan ağrı ve parça düşürme Pazartesi sabahı da devam etti. İşin iyi yanı, kendimi sınadım ve bunlara ağrı kesicisiz dayanabildim. Bu hafta da en azından Çarşamba'ya dek işe gitmeyecektim. Çarşamba günkü kontrol sonucu içimde parça bulamasınlar diye her türlü ağrıyı ve acıyı şimdiden çekmeye hazırdım. Doğal yoldan yaptığım düşük beni doğal şartlarıma bir an önce döndürsün...


* Bloğu canım Hücre'me düşük yaparken yazdım. Yazmak bazen acımı azalttı, bazen çok ağlattı. Başka forumları, blogları okumak başıma gelenleri açıkladı, yalnız olmadığımı gösterdi. Ağlamanın, yas tutmanın, niye ben - niye sokağa atılan çocukların anneleri değil diye sormanın normal olduğunu yazdı. Çoğu bilgiyi İngilizce internet sayfalarından okudum, doktor siteleri dışında Türkçe bilgi fazla yoktu. Özellikle de doğal düşük yaparkene dair. Belki başkalarına yardımcı olur amacıyla yazdım başıma gelenleri. Herkes aynı tepkiyi göstermez, ya da herkesin çektiği acı/ağrı farklıdır; ama paylaşmak isteyen olursa ben buradayım.


** Neler Öğrendim? Erken düşük her hamile kadının başına gelebilecek bir olay-mış. Bazı düşükler henüz hamile kaldığınızı anlamadan gerçekleşiyor-muş. Genelde döllenme sırasındaki gen hatalarından dolayı oluyor-muş. Yani yapılan, yenilen birşeyden değil; yani suçlusu yok-muş. Tabiat doğal seleksiyon içinde en ufak hatayı bile affetmiyor-muş. Hatalı bir embriyo anne vücudu tarafından algılanıyor ve gebelik hormonları durduruluyor-muş. İlk 12 haftada düşük olarak algılanmayan hatalar ilerki safhalarda geç düşük, erken doğum ve yeni doğan bebek ölümlerine neden oluyor-muş. Sağlıklı üreyen her kadının düşük geçirme olasılığı %25-miş. Yani her 4 kadından 1'i düşük yapıyor-muş. Düşük yapan bir kadının tekrar düşük yapma olasılığı %20 imiş, yani başladığın noktaya geri dönüş-müş. Daha ayrıntılı bilgi için; http://www.mumcu.com/html/article.php?sid=112

1 Ağustos 2010 Pazar

Hücre'nin Hikayesi - Mutluluk

Bebek yapmak için Haziran ayına tatil ayarla, sonra da tatilden bir hafta önce hamile kaldığını öğren. İşte benim Hücre ile hikayem. Ovulasyon takipleri yapıp hamile kalmam imkansız dediğimiz bir anda korunmayıp 4 hafta sonunda hala regl olmadığımı farkedince de babalar gününde eşimin eline tutuşturduğum pozitif sonuçlu hamilelik testi. Bir sürpriz olarak gelip hayatımızı değiştirip kötü bir sürpriz yaparak gitti hayatımızdan Hücre...


20 ve 21 Haziran'da yaptığım iki test sonucu da pozitif çıkınca haftasonu çıkacağımız uzun tatil öncesinde doktora gidip görünmek ve aklımda olan soruları sormak istedim. Tatili ertelememiz imkansızdı. Doktor da "Ben size tatile gidin de diyemem gitmeyin de. İlk 12 hafta içinde düşük yapma tehlikesi her gebelik için geçerli. İster tatile gitsin, ister işe, ister sırt üstü yatsın üç ay. Olacaksa olur" dedi. Son regl dönemimin ilk kanama gününe göre bebeğin tahmini doğum tarihini 26 Şubat olarak verdi; ama ekledi "Hiç bir zaman vaktinde gelmezler, özellikle de ilk bebekler".


Hamilelik belirtisi olduğunu başlangıçta anlamadığım ama sonradan farkına vardığım şeyler olmuştu; örneğin göğüslerimin aşırı şişmesine ilave olarak (çünkü regl olacağım zaman da öyle olurdu) bir haftadır sabahları karnım açlıktan zil çalarak uyanıyordum. Ne kadar şaşırsak da eşim de ben de bu hamilelik olayına çok sevinmiştik. Hatta valizleri hazırlarken kendimi ona şarkı söylerken buldum; şöyle birşeydi "Kız olsun erkek olsun diye düşünür dururdum... Şimdiyse tek derdim yeter ki sağlam doğsun... Sağlıklı olsun..."

Uçak kalkarken ve inerken karnımı tutar buldum kendimi. Ne çabuk bu duygular ve hareketler benimseniyordu. Eşim benimle dalga geçiyordu, ama o da karnıma eğilip konuşmaktan kendini alamıyordu. Özellikle de kramp türü hafif sancılarım olduğunda... Tatil çok güzel gidiyordu, yaklaşık 5 haftalık hamileydim. Yani bizimkinin taslak olarak tüm organları belirmeye başlamıştı kalp dahil. Bu arada eşim ondan bahsederken bebek dediği için ben de o bebek değil henüz, olsa olsa birçok hücre topluluğu dediğimden, ismi Hücre kaldı. Tatilde uyumak dışında sürekli ondan bahsediyorduk, hatta sabah bulantılarım olmadığından ve içimize doğan hislerden ötürü erkek olacağını düşünerek isimler arıyorduk; ama kız olursa da birçok isim vardı seçeneklerde.

Tatilde alkol kullanmamam harici bir kısıtlama yapmadım kendime. Denize girdim, yüzdüm bolca. Bir akşamüstü yürüyüşünde sivrisinek saldırısına maruz kaldım. Birkaç gün boyunca şişlikler inmedi. Sivrisineklerden korunmak için DEET içeren bir ürün kullandım ta ki internette hamilelerin kullanmaması gerektiğini okuyana dek. O ürünü kullandığım için dehşete düştüm, ama birkaç kullanımdan birşey olmayacağı daha mantıklı geldi. Sivrisineklerin hamilelere bayıldığı da ayrıca bir sorunumdu. Sonunda her akşam sıvı sabun sürünerek çözüm buldum.

Uzun tatlı tartışmalarımız sonucu bir doktora görünene dek ailemiz dahil kimseye söylememe kararı aldık. Tatilin bir parçası olan aile ziyaretlerinde mide bulantısı gibi durumu belli edici olaylar yaşamadığımız için şanslıydık. İçki içmemem için "Çok içtim son zamanlarda, hazır tatildeyken detoks yapayım", az çay içmem için "Hava çok sıcak, bana bir bardak yetti", karnımdaki şişlikle ilgili "Bira göbeğim oldu artık, işte de sürekli oturuyorum zaten", birdenbire elimde çıkan egzama türü yaralara annem kortizonlu krem sürelim dediğinde "Ben artık doğal ürünler kullanıyorum, dut kaynatıp suyunu süreyim", en sevdiğim midye dolma karşısında "Ben çok tokum, midyeyi de başka zaman yiyelim", hele ailecek içtiğimiz türk kahvesi muhabbetinde "Kahve şimdi uykumu kaçırır" türü cevaplarım hazırdı. Bir ara annem beklenmeyen hareketlerim karşısında "Hamilesin heralde böyle acayip davranıyorsun" bile dedi.

Bu arada 6 haftayı dolduran Hücre 5mm boyunda ve kalbi atmaya başladı bile şimdiden. Geceleri başbaşa kaldığımızda babası karnıma doğru eğilip ona konuşuyordu. Arada bir de heyecanlanıyordu hayallere dalıp, ne kadar hoşuma gitse de anlattıkları hemen çıkışıyordum "Şimdiden plan yapmayalım, birşey olursa çok üzülürüz" diye. Gündüzleriyse hemen hemen hiç bir hamilelik şikayetim olmadığından, çok uyumak hariç, kimse farketmeden günler geçiyordu. Bir gece çok kötü bir rüya ile uyandım gözümde yaşla. Her yerimden kanlar akıyor, yani bacaklarımdan aşağı doğru ve durmuyor. Gidip eşime söylüyorum, o da görüyor zaten çünkü yerler de kan içinde. Ben diyorum bebek gitti, doktora gidelim belki birşey yapar, eşim diyor bekleyelim biraz daha kanlar belki başka birşeyden ötürüdür. Hayır diyorum, hemen gitmemiz gerek belki kurtarırlar; ama içten içe biliyorum ki onu kaybettik ve ağlıyorum çok. Ertesi sabah rüyamı eşime anlattığımda her şeyin çok güzel olacağı konusunda beni yatıştırdı. Ben de birkaç gün içinde 7. haftaya gireceğimizden ötürü her geçen günle birlikte riskler azaldığı için mutlu oldum. Bize ummadığımız anda sürpriz olmuştu Hücre, ama her geçen gün farkediyorduk ki ne kadar da çok istiyormuşuz hayatımızda bir bebeği.

Tatil dönüşü hastanelerden gelen birçok mektup beni bekliyordu. Kimi 10. hafta kan testi, kimi 12. hafta ultrason taraması ile ilgiliydi. Herşey hazırdı, yeter ki günler çabuk geçsin de bir an önce göreyim Hücre'yi. Bu arada içimdeki kuşkuları bitirmek için bir hamilelik testi daha yaptım tatil dönüşü 15 Temmuz'da. Durum pozitifti hala ne kadar endişelensem de karnımda olup olmadığından, ya da sağlıklı olup olmadığından. Sonuçta bu bebek için henüz karnımdayken başlayan endişelenmem ben ölene dek devam edecekti. Başına birşey mi geldi, neden hastalandı diye düşünecektim sürekli. Annemi anlamaya mı başlıyordum ne? Neler oluyordu bana...

İki gün boyunca süren şiddetli başağrısından ilaç almadan çıkabilmem beni gururlandırdı. Doktor her ne kadar parasetamol kullanabilirsin dese de, ben kıvranmadıkça kullanmayı tercih etmedim. Karnımın sol yanındaki ağrılar bıçak gibi delip geçiyordu. Neyse ki bir dakikadan uzun sürmüyordu. İnternette üye olduğum hamilelik forumunda bununla ilgili birçok yazı gönderilmişti ve rahim büyüdüğünden dolayı ağrıların olması özellikle de 8. haftadan itibaren çok normaldi.

Fasülye tanesi kadar olan Hücre, aslında hücrelikten çıkmıştı, bir embriyoydu artık. Şimdiden kan pompalıyordu ve tiroid bezi, göz, ağız ve barsak gibi organları meydana gelmekteydi. İnternette bir belgesel bulduk döllenmeden sonraki yumurtanın bebeğe doğru ilerleyen yolculuğunu anlatan. Hayretler içinde izledik gelişimini. Her akşam televizyon karşısında uykuya dalıyordum dayanamayıp. Hamilelik ve uyku; bebek doğmadan önce iyice depolamak gerekiyordu uykuyu. Mide bulantısı hiç olmamıştı, ama sık sık tuvalete gitmemden ötürü işyerindekiler farkedebilir diye de çekiniyordum. Aşerme de olmamıştı henüz; canım şunu istiyor diye eşimi ordan oraya koşturtmak isterdim, ama bu bebek insaflıydı demek.

Tatil sonrası ilk haftasonunu evi ve bahçeyi adam etmekle geçirdik. Bu da yorulmama ve bel ağrısıyla birlikte hafif kramplara neden oldu. İnternetteki forumlarda bir süre sonra hamilelik belirtileri geçenlerin endişeli yazılarını okuyordum. Kimisinin başı dönmüyordu artık, kimisinin midesi bulanmıyordu ve doğal olarak bir sorun mu var diyorlardı. Hücre'nin kalbi dursa ben nasıl anlardım ki? Bende hiç böyle hamilelik belirtileri olmamıştı; çok uyumak ve acıkmak dışında. O da hamilelikten mi yoksa tatil dönüşünden mi bilemiyordum. Benim de göğüslerim eskisi kadar acımıyordu, ama hala büyüklerdi normal hallerine göre. Endişelenmem mi gerekti bilmiyordum; ama genel kanı, herhalde vücudumuz hamileliği kabulleniyordu yavaşça ve 10. haftada normaldi bu değişiklikler.

Hala erkek - kız planları yapıyor, kalp atışlarını duyup, ultrasonda onu görebilmek için can atıyorduk. Kız olursa onu kendime benzeteceğimden korkuyordu eşim; "Birinizle başedemiyorum ikinizle nasıl ederim" diyordu. Ben de eğer onun istediği gibi erkek olursa evin prensesi olarak kalacağımı, değerimin artacağını söylüyordum. Bu arada karnım şişiyor gibiydi. Saklamak için bol kıyafetleri tercih ediyordum. Hatta bir gün gidip baskül aldım kilomu takip edebilmek için. Pek bir değişiklik yoktu kilomda, zaten kilo almak için henüz erkendi de; ama nedense göbek beliriyor gibiydi.

Her yeri gittikçe büyürken kuyruğu küçülen Hücre ile 9. haftamıza başlamıştık bile. Kan testlerine de bir hafta kalmıştı nihayet. Sancılar bıçak gibi girip çıkmaya devam ediyordu, neyse ki uzun sürmüyordu. Herşeyin yolunda gittiğini öğrenebilsem öyle bir rahatlayacaktım ki... Sabahları eşim koşa koşa kahvaltı hazırlıyordu bana, hem de yumurtalı falan. Birgün "Sen çok güzel bir anne olacaksın" dedi, ben de kendini beğenmişlikle "Elbette, çok güzelim çünkü" cevabı verince, "Yok onu demek istemedim, güzelsin o ayrı, ama çok sevecen, iyi bir anne olacaksın" dedi. Gözlerim doldu hemen, ah bu hamilelik hormonları! Bu arada haftalardır öyle duygusal bir iniş çıkış yaşamadığımı da farkettim. Hani derler ya, hamileler hemen ağlar, üstüne gitmeyin falan diye. Epeydir ağlamadığımı farkettim.

Tatilden ve hamilelikten önce devam ettiğim havuza tekrar başlasam mı diye düşünürken okuduğum bazı yorumlar klorun fazla solunması ve deri yoluyla emilimi bebeğe zarar verebilir, doktorunuza danışın diyordu. Halbuki hamilelikte yapılabilecek en güzel sporlardan biri yüzmeydi ve hiçbir tehlikesi yoktu. Bir hafta daha bekleyip doktora sorayım en iyisi diye düşünüp o gece havuz yerine hamilelik yogası yaptım. Bu arada günde nerdeyse toplam bir saat yürüyordum; üçe bölünmüş halde. Evlilik yıldönümümüz yaklaşmıştı ve bebek heyecanından ötürü bu sene hiç plan yapamamıştım. Halbuki her sene haftasonu kaçamağı ayarlar giderdik bir yerlere. Hücre'yi hayatımıza katmaya mı başlıyorduk ne? Yoksa kendi tembelliğimizden Hücre'yi mi sorumlu tutuyorduk? Bu arada ailelere nasıl söyleyebiliriz diye düşünüyordum birkaç gündür. Ultrason fotoğrafından kart mı, yüzyüze bir buluşma mı, skype üzerinden kamerayla naklen yayın mı; henüz ortak bir karara varamamıştık eşimle.

Evlilik yıldönümümüzde salgılarım artmaya başladı. Karnımda gurultular, sürekli bir gaz hali tüm gün devam etti. Bugün olacak iş miydi bu? Eşimle 4. yıldönümü yemeğimizde de hemen hemen konuştuğumuz tek konu Hücre'ydi. İdrar üretmeye başlamış olmalıydı, üstelik cinsiyet organları da beliriyordu artık. O doğunca da restoran ve kafelere rahat rahat gidebilecek miydik? Arabasına koyup her yere yanımızda götürecek miydik? Arada bir bakıcı tutup başbaşa da birşeyler yapmak güzel olurdu. Hücre hayatımızı yaşamamıza engel olmamalıydı, ama bizden ayrı da kalmamalıydı.


Haftasonu için yakınlardaki bir ormana yürüyüş planladık. Uzun ve yorucu bir yürüyüştü; ama tüm güne yaydığımızdan ve sık sık mola verdiğimizden bir rahatsızlık duymadım. Bu arada eve döndüğümde günlük pedimde hafif bir kahverengilik vardı. Vajinal salgılarım arttığından belki de normaldir diye düşündüm; ama forumları okumayı da ihmal etmedim. Çoğu kahverengi eski kan olduğundan normal diyordu. Birkaçı da doktora görünün, içiniz rahatlasın diye yazıyordu. Bakalım bir günlük birşey miydi?