2 Ağustos 2010 Pazartesi

Hücre'nin Hikayesi - Gözyaşı

Hücre'nin bize yaptığı güzel sürprizle başlayan mutlu ve umutlu günler ancak 9 hafta 5 gün sürdü. İlk 4 hafta varlığından habersiz olduğumuzu sayarsak, 5 haftada insan görmediği, dokunmadığı ve bilmediği (belki de içten içe bildiği) bir canlıya nasıl da çok bağlanıyor?


Yürüyüşten döndüğümüz Pazar gecesi boyunca ve ertesi sabah kahverengi akıntıdan eser yoktu; epey bir ferahladım. Herşey normaldi, 10. haftaya hoşgeldiniz belirtileriydi demek. İşyerinde günlerden pazartesi olmasına rağmen kendimi iyi hissediyordum. Sabahki takım toplantısında birkaç hafta sonra burada yapacağım hamileliğime dair açıklamayı düşündüm ve insanların verecekleri tepkileri. Tüm gün birkaç gün sonraki kan testlerini ve doktora neler soracağımı planlamakla geçti. Mutlu son dediğim 12. haftaya yaklaşıyorduk ve Hücre beni hiç üzmemişti bugüne dek. Eşim de yurt dışına gidiyordu iş için birkaç günlüğüne bu hafta ortası. Bebişimle ben yalnız kalıp film izleyerek tembellik yapacaktık koltukta akşamları. Hücre'yi düşünmekten iş yapamaz duruma gelmiştim. Daha şimdiden böyleysem önümüzdeki aylarda neler olacaktı acaba?


Akşamüzeri tuvalete gittiğimde küçük parmağımın tırnağı kadar kahverengi bir leke gördüm günlük pedimde. Onun dışında başka salgı da yoktu, birdenbire kesilmişti sanki. Önce umursamadım, normaldir diye. Sonra internette araştırdım birkaç dakika. Ardından eşimi aradım; "Çıkalım mı hemen?" dedi benden telaşlanıp, "Gerek yok, sanırım normal genelde bu ufak lekeler"dedim. Dayanamayıp tekrar tuvalete gittim bir yarım saat sonra ve bu defa biraz daha fazla leke ile tuvalet kağıdına akan yapışkan kahverengi salgıyı görünce panikledim. İş arkadaşlarıma birşey uydurup eşimi aradım "Hemen çıkıyorum, acil doktora gidelim" diye.


Eşim ben eve varmadan randevu ayarlamıştı bile. Doktora şikayetlerimi söyledikten sonra bana bu tür akıntıların normal olduğunu, yine de endişelerimi gidermek için acil bir ultrason ayarlayacağını, durumun düşükle sonuçlanması halinde yapılabilecek birşey olmadığını ve bunun doğanın kanunu olduğunu anlattı. Karnımı muayene ettikten sonra bana iki gün sonrası için ultrason tarihi verdi. Biraz ferahlamış olarak çıktım odasından. Evde o akşam 12. hafta taraması ve kan tahlili için hastaneden gelen belgeleri okudum. Eşim kan tahlili gününde burada olamayacağı için onunla ilgili bilgi isteyen formları doldurduk. Ailelerimizde diyabet, kalp, damar tıkanması, akli dengesizlikler gibi hastalıklar olup olmadığını sorguluyorlardı. Neyse ki anne babalarımız son derece sağlıklıydılar. Son tuvalet ziyaretinde de korkulacak birşey olmadan yattık Pazartesi gecesi. Hala endişeliydim elbet, içimde neler oluyordu bir bilsem. Eşimle hep ne olursa olsun da sağlıklı olsun derdik; hastalıklı veya sakat olacaksa erkenden bilip önleyelim derdik; ama hiçbir zaman gerçekleşeceğini düşünmemiştik.


Son zamanlarda her gece olduğu gibi yine tuvalete kalktım sabah olmadan. Geniş bir kahverengilik vardı pedimde. Uykum kaçtı, olabilecekleri düşünmek bile istemedim. Şimdiye dek herşey sorunsuzdu, ne olmuştu birdenbire? Sabah tuvalette tekrar kahverengi rengi görünce işe gitmemek için bahane uydurdum. Bugün dinlenmem kanamayı engellerdi belki. Gün boyunca yatarak internetteki forumları okudum, forumlara yazdım. Herkes normal bunlar 9. haftada derken, akşamüzeri kahverenginin kırmızıya dönmesiyle fenalaştım. Ertesi gün olsa da ultrasonda Hücre'yi görsek diye tutuşuyorduk ikimiz de. Akşam başlayan ve birkaç saat süren regl sancısı türü hafif ağrılar Hücre'yi görebilme umutlarımı azaltmıştı gece yarısına doğru. Eşim ise "Şimdiden kötü düşünme, benim içimde umut var; göreceğiz Hücre'yi suyun içinde elini bacağını oynatırken" diye avutuyordu beni.


Çarşamba sabahı yumurta beyazı kıvamındaki kahverengilikten sonra eşime çok umudum kalmadığını, hastane odasında göreceklerimiz karşısında kendisini hazırlamasını söylesem de o hala pozitif düşünmeye devam ediyordu. Nihayet saat geldiğinde ikimiz de hazırdık, özellikle ben elimde 1.5 litrelik su şişesiyle. Başımıza ilk kez böyle bir olay geliyordu, ultrason odasında bulunacağımız belki de bebeğimizin kalp atışlarını duyacağımız ya da malesef ile başlayan cümleyi duymak zorunda kalacağımız. Son derece korkak ve panik bir insan olsam da bu tür hastane durumlarında bu defa inanılmaz derecede cesaretliydim. 1.5 litrelik suyu içtikten sonra hafif loş ve küçük odaya girdik. Doktor birkaç bilgi istedikten sonra (son regl olduğum tarih vs.) beni yatırdı ve karnıma jel sürdü. Eşim de ben de gözlerimizi ekrandan alamıyorduk. Garip olan başkalarında gördüğümüz scan resimlerine benzer birşey göremiyor olmamızdı; ama ikimiz de sesimizi çıkaramıyorduk. Ölçümleri yaptıktan sonra doktor durumun biraz garip olduğunu, bebeğin boyutlarının 9 haftalığa değil de 6 haftalık bebeğe uyduğunu, verdiğim regl tarihlerine emin olup olmadığımı sordu. Adım gibi emindim regl dönemine; çünkü bebek yapmak için takip ediyordum aylardır. "Bir de içerden muayene edelim" dedi, beni tuvalete gönderip içtiğim 1.5 litre suyun baskısını hafifletmemi istedi. Sonuç değişmemişti. Hücre hala 6 haftalık görünüyordu malesef. "Bu gördüklerim ve senin kanamayla ilgili anlattıkların pek hoş görünmüyor" dedi. Kanamanın nereden kaynaklandığını gösterdi, çok önemli değildi. Ama asıl sorun Hücre'nin büyümesinin durmasıydı. "Haftaya tekrar gel, bakalım bebeğin boyutlarına tekrar, bir değişiklik olacak mı?" dedi. Eğer bu arada düşük olayını yaşarsam neler yapmam gerektiğini söyledi "Yanında ağrı kesici bulundur ve işe gitmemen için sana iki haftalık rapor yazıp göndereyim" dedi. Hala garip bir şaşkınlık vardı bende, niye işe gitmemeliydim ki. Eşime dönüp "Çok uğraşmış mıydınız bu gebelik için?" diye sordu. Sürpriz oldu bize diye verdiğimiz cevap karşısında "Çok iyi, ilk regli gördükten sonra hemen tekrar hamile kalabilirsin" dedi. Ya olayları kavrayamamış ya da şokta olduğumdan bu olup bitene çok normalmiş gibi tepkiler veriyordum. Doktorun ilgisi ve tepkisi bile benimkinden fazlaydı.


Eve dönüş yolunda olabileceklerden konuştuk yine normal iki insan gibi. Evin sokağına vardığımızda nereden geldiğini anlayamadığım bir ağlama krizi başlamıştı bile. En çok yakındığım şey ise 3 haftadır nasıl farkedememiş olmam ve niçin bizim başımıza geldiğiydi. Çok yakın üç arkadaşım hamileydiler ve tehlikeli dönemlerini atlatmıştı hepsi. Durup başlayan ağlamalarım dışında herşey hala aynıydı, hala hamileydim ve Hücre hala içimdeydi. Belki de haftaya büyümüş görecektik. Eşim iş için yurt dışına gidecekti o akşam, ama bana soruyordu "Kal dersen kalırım" diye. Hiçbir şikayetim yoktu ki ağlamak dışında, hem o etrafta değilken daha rahat ağlar, yasımı tutardım. Eşim haftasonuna dek işe gitmemem için beni ikna etti. İşyerine haber verdim. Tabii hamile olduğumu bilmediklerinden, gözümde bir enfeksiyon olduğunu söyledim. 


Eşimi yolculadıktan sonra oturup forumdaki arkadaşlara son haberleri yazdım. Eşim ve onlardan başka kimsem yoktu ki bu felaketi paylaşabileceğim. Tabii bu arada uzun ve acılı ağlama krizlerim oldu. Bunların hepsi normaldi. Öyle diyordu herkes. O gece bir tarafta eşim bilgisayar karşısında Skype'tan bana destek verirken bir yandan film izliyor gibi yapıyor, bir yandan da hafiften başlayan kasık ağrılarımı parasetamol alarak dindiriyordum. O gece yatağımın altına kocaman bir muşamba serdim. Okuduğum düşük öyküleri yatak batıran cinsteydi. 


Perşembe günü sabaha karşı uyandığımda tuvalete gitmeye korkuyordum. Neyse ki ortada korkulacak birşey yoktu, henüz. Eşime dışarı çıkıp alışveriş yapacağıma dair söz vermiştim biraz değişiklik olsun diye; ama gelip giden ağlama nöbetleri yüzünden dışarı çıkasım yoktu hiç. Tüm günü hafif ev işleri, internet muhabbetleri ve televizyon izleyerek geçirdim. Akşamüzeri 18:00 civarında başlayan ağrı 10 dakika içinde parasetamola koşmamı gerektirecek şekilde gittikçe güçlendi. Hazır hala ayakta durabiliyorken yiyecek birşeyler hazırlamaya giriştim, ayakta olduğumdan mı nedir ağrı şiddetlenmeye devam etti. Ben de bir yandan ağrılara dayanmak için mecburen de olsa yemem gerektiğini bildiğimden salata yaparken bir yandan da Hücre ile vedaşlaşmaya başladım. Biliyordum ki artık beni bırakıyordu. Onu ne kadar çok sevdiğimi, ondan sonra tekrar hamile kalırsam hiçbir zaman Hücre'ye duyduğum heyecanı hissetmeyeceğimi, çünkü Hücre'nin hayatımıza çok güzel bir sürpriz yaparak geldiğini, ondan kimseye bahsetmediğim için unutulmayacağını çünkü onu teyzesine ve anneannesine geç de olsa anlatacağımı, şimdi yukarıda büyük dedeleriyle birlikte olduğunu, onu hatırlamak için kendime bir takı alıp sürekli takacağımı ve hatta belki bahçeye onun için bir ağaç ekebileceğimizi anlattım. Bunları konuşurken arada hıçkırmaktan nefessiz kaldım, arada kendime deliriyor muyum acaba diye sordum. Bir ara çömeldim ağrı dinsin diye, bir ara gidip uzandım. Salata bittiğinde saat akşam 9'du. Diğer ağrı kesiciyi almak için bir yandan ağlayıp bir yandan zorla yedim. O arada kızkardeşim aradı; ona birşey farkettirmeden telefonu kapatmayı becerdim. Eşim hala yurt dışındaydı, hala otel odasına dönmemişti. Emindim ki işi biter bitmez bilgisayarın karşısına geçerek beni avutacaktı. 


İkinci ilaç sonrası sıcak su torbasının etkisiyle gece 11'e dek koltukta uzandım. Bu arada eşim bilgisayar ekranında karşımda, beni yalnız bırakıp oraya gittiği için kendine kızıyor, arkadaşlarımızı arayıp eve göndermeyi teklif ediyor, sabahki ilk uçak saatine bakıyordu. Bense o an etrafımda kimseyi göremeyecek ve istemeyecek kadar acılar içerisindeydim. Her tuvalete gidişim korkutuyordu beni, kanamalar artmıştı; normal regl kanamasından daha fazla, salgılı ve parçalıydı. Bir yandan eşime kulak veriyor, bir yandan başıma neler geldiği ve geleceğiyle ilgili yazılar okuyordum ağrı elverdiğince. Gece yarısına doğru kasılmalar sıklaştı. Ağrının ne zaman geleceğini anlar olmuştum. Eşim dakika tutmaya başladı kasılmaların sıklığını ve uzunluğunu ölçmek için. Kendimi kuytu bir köşeye saklanmış doğum yapmaya çalışan kedi gibi görüyordum. Bazen örtüyü kafamdan aşağı çekiyor, eşimin beni acıdan ağlayarak görmesine engel olduğumu sanıyordum. O ise "Ağla aşkım, X'i arıyorum, gelip seni hastaneye götürsün, ne işim var benim başka ülkede, dayan aşkım..." diye saçlarını yoluyordu karşımda. İki dakikada bir giren ve ağrı kesicilerin etki bile etmediği kasılmalar doğum yapsam böyle olurdu heralde dedirtti. Arada bir tuvalete gidiyordum belki daha rahatlatır diye, ama her gidişim dönüşteki yeni ve güçlü kasılmalara neden oluyordu. Kasılma bittiği an kendimi hiçbir yeri ağrımayan, sağlıklı bir insan gibi hissediyor, iki dakika geçmeden tekrar acıdan gözüm dönüyordu. Geceyarısını geçmişti saat; acaba sabahı görebilecek miydim? Bu kuşkularımı eşime belli etmemeye çalışıyordum. Orada zaten çaresizdi. 


Gözlerimi karartan sancı bitmek bilmiyordu, eşimin önceden tuttuğu dakikalara uymuyordu. Saç telimden ayak tırnağıma kadar kasılmıştım. Bilseydim bunların başıma geleceğini eşimi yollar mıydım, doktora sormamazlık eder miydim neler olacağını? Ben ki eşimin kafasını şişirirdim konuşmaktan, ağzımı bile açamıyordum ah etmeye. Eşim karşımda kahroluyor, ben burda acı ve gözyaşı içinde şu sancının bitmesini diliyordum bir an önce. Ne kadar sürdü, nasıl oldu bilmiyorum; ama hafifleyip de tuvalete gittiğimde embriyo ya da plasenta olduğunu düşündüğüm gri bir parça düştü. Eşim Skype'da beni göremeyince merak edip sesleniyordu. Tuvaletten eşime bağırdım "Hücre bu sefer gitti galiba" diye. 


Koltuğa döndüğümde sancılar tekrar devam etti girip çıkmaya. Her biri çıktığında kendimi yorgun ve bitkin hissediyor, bayılmaktan ve ayılamamaktan korkuyordum. Tansiyonumun iyice düştüğünü farkedince mutfaktan bisküvi alıp kemirmeye başladım ağrılar izin verdiğinde. Sabahı 2'sine doğru şiddeti ve süresi azalmıştı çektiğim acının. Üzerime birşeyler örtüp yorgunluktan uyuyakaldım ekrandan eşim beni izlerken. 


Sabah 4'ü geçiyordu gözlerimi açtığımda. Skype kesilmiş, ama hala bilgisayar açıktı. Ağrım sızım olmadığını farkedip bilgisayarı kapatmaya çalıştım, o sırada içimden sıcak birşeyler aktı. Ne kadar büyük olanın geçtiğini içten içe bilsem de daha neler olacağı konusunda bir fikrim yoktu. Tekrar yattım. Bir saat kadar sonra eşim de uyanıp beni aradı. Daha iyi olduğumu; ama tuvalete gitmeye korktuğumu, ya aşırı kanama olur da durduramazsam diye ne yapacağımı bilmediğimi anlattım. O oradayken cesaret bulup kalktım büyük bir dikkat ve yavaşlıkla. Neyse ki korkulacak miktarda kan yoktu; hala normale göre çoktu, hala parçalıydı ve hala barsaklarım da her tuvalete gittiğimde çalışıyordu. Geri gelip uzandım koltuğa; koltuk, yanımda bilgisar, elimin uzaklığında sehpa, üzerinde su, ilaçlar ve dün akşamın yemek tabağı. Neler olmuştu? Neler yaşamıştım? Nasıl üstesinden çıkmıştım diye düşünürken, eşimi iyi olduğuma ikna ettim ve akşama o gelene dek sadece yatacağıma söz verdim. Zaten başka da birşey yapmaya gücüm ve isteğim yoktu. Çarşamba günü hastaneden geldiğimizden beri bahçeye bile çıkmamıştım. Uyumaya çalışmamla birlikte korkunç bir ağrı kasıklarımı parçalamaya başladı sanki. Cuma günü saat sabahın 6'sıydı. Hemen süt ve ağrı kesici aldım. Durmak bilmedi, tam bir saat sonra nihayet uykuya dalmıştım.


İki saat uyumamıştım bile uyanıp hemen bilgisayarı açtım; eşim haber bekliyordu benden sürekli. Bir yandan ona bir yandan forumlara yazıyordum. Doğum üç fazdan oluşuyordu. Yazılanlara göre benim yaşadığım doğumun ilk fazındaki acıydı. Sonraki adımlarsa bebeğin doğumu ve plasentanın çıkmasıydı. Karnımdaki kramplar dayanabileceğim kadardı; ama ani bir ağrıya karşı birşeyler yemem gerekiyordu. Canım da doğal olarak hiçbir şey yemek istemiyordu. Kalkmaya bile halim yoktu. O an eşim burda olsaydı diye içimden geçirdim; önceki gece bile ona bu kadar ihtiyacım olmamıştı. Çünkü o acılar karşısında hem ben hem de o çaresizdik. Önce ne yapacağımı düşündüm, aklıma annemin ben çocukken her hastalandığımda yaptığı bol limonlu pirinç çorbası geldi. Hem basitti hem de psikolojik olarak beni iyileştirirdi adı hasta çorbası kaldığından. Son enerjimle onu pişirip yedikten sonra tekrar uzanıp dizüstü bilgisayarı kucağıma aldım. Sıcaklığı karnımdaki sızılara iyi geliyordu. Hemen başıma daha neler gelebileceğiyle ilgili hazırlandıktan sonra, daha çok ağrı, ateş, kanama gibi, Hücre'ye bir blog yapmaya karar verdim. Birkaç saat doğru ismi bulmakla geçti. Ayarlamaları yaptıktan sonra ışık hızıyla yazmaya başladım. Hiçbir noktayı atlamak istemiyordum. Birlikteliğimiz öyle kısa olmuştu ki, paylaştığımız ve aklımda olan her saniye değerliydi benim için.


Saatlerce kendimi kaybetmişim koltukta, aynı kıyafet, aynı yatak, aynı bardak sehpada, dişlerimi fırçalamamıştım, yüzümü bile yıkamamıştım ki gözyaşlarım akıp durmuştu suya ne gerek. O ara eşim uçağa binmişti bile bana doğru. Bir yandan forumdan gelen cevapları okuyor, bebeklerimiz için neler yapabiliriz diyorduk. Kimi ağaç/çiçek dikmekten bahsediyor, kimi bir kolye ucu alıyor ki melek şeklinde, kimi onunla ilgili belgeleri (scan resimleri vs) koymak için bir kutu yapıyor, kimi oyuncak alıyordu istediğinde sarılıp ağlamak için. Bu oyuncak fikri bana da güzel gelmişti. Emindim ki ağlama krizlerine gireceğim ve ona sarılmak isteyeceğim çok günler olacaktı önümde. Tam bu ara annem tatilde olduğundan beni sık sık aramıyordu; yoksa onun sesini duyduğum an kendimi kaybedebilirdim. Pazartesi annemin doğumgünüydü, bir ara ona öyle çok söylemek istedim ki doğumgünü hediyesi olarak yakında anneanne olacağını. İyi ki de tutmuşum kendimi...


Kapı çalınca koşarak gittim, eşimle sarıldık ve kapıyı bile kapatamadan ağladık uzunca hiç konuşmadan. Ona iki gündür bana yuva olan koltuğu gösterdim ve tekrar sarılıp ağladık ta ki kasıklarımda o sabahki şiddetli ağrı başlayana kadar. Eşim acil sağlık hattını arayıp daha güçlü bir ağrı kesici konusunda tavsiye istedi. İbuprofen içerikli birşey alınca ağrı hafifledi. Beni bu atmosferden kurtarmak için zorla duşa soktu, o da yanımdan ayrılmadı birşey olursa bana diye. Ben giyinirken, koltuk ve etrafını tamamen toparlayıp yemek hazırladı. Önceki gece yanımda olamadığı için büyük acı içindeydi ve etrafımda dönüyordu beni memnun etmek için. Arada bir sımsıkı sarılıyor, ki her sarılması fiziken karnımı acıtıyordu. Bir ağrı kesici daha alıp rahat uyuyabilmek için, tabii sıcak su torbamla yatağa yattım.


Cumartesi sabah daha iyiydim, hala hafif ağrılar olmasına rağmen ağrı kesici almadan dayanabiliyordum. Kanamam da azalmasına rağmen hareket ettikçe içimde bir yerler acıyordu. Tuvalet ihtiyaçlarımı giderirken, yürürken, dönerken vs. Eşim düşük esnasında çok fazla kasıldığım için bu tür kas ağrılarının ancak kendini gösterdiğini söyledi. Büyük ihtimalle de haklıydı. Kendimi daha az ağlar, biraz güler bile buldum ve üzüldüm. Arada bir "Niye biz?" diye soruyordum; ama cevabı kimse bilmiyordu. Akşama doğru ağrılar arttı yine, ağrı kesiciye bağımlı hale gelmekten korkuyordum. Pazar günü de genel olarak dinlenmeyle geçti. Belirgin bir iyileşme vardı; ama geceye doğru başlayan ağrı ve parça düşürme Pazartesi sabahı da devam etti. İşin iyi yanı, kendimi sınadım ve bunlara ağrı kesicisiz dayanabildim. Bu hafta da en azından Çarşamba'ya dek işe gitmeyecektim. Çarşamba günkü kontrol sonucu içimde parça bulamasınlar diye her türlü ağrıyı ve acıyı şimdiden çekmeye hazırdım. Doğal yoldan yaptığım düşük beni doğal şartlarıma bir an önce döndürsün...


* Bloğu canım Hücre'me düşük yaparken yazdım. Yazmak bazen acımı azalttı, bazen çok ağlattı. Başka forumları, blogları okumak başıma gelenleri açıkladı, yalnız olmadığımı gösterdi. Ağlamanın, yas tutmanın, niye ben - niye sokağa atılan çocukların anneleri değil diye sormanın normal olduğunu yazdı. Çoğu bilgiyi İngilizce internet sayfalarından okudum, doktor siteleri dışında Türkçe bilgi fazla yoktu. Özellikle de doğal düşük yaparkene dair. Belki başkalarına yardımcı olur amacıyla yazdım başıma gelenleri. Herkes aynı tepkiyi göstermez, ya da herkesin çektiği acı/ağrı farklıdır; ama paylaşmak isteyen olursa ben buradayım.


** Neler Öğrendim? Erken düşük her hamile kadının başına gelebilecek bir olay-mış. Bazı düşükler henüz hamile kaldığınızı anlamadan gerçekleşiyor-muş. Genelde döllenme sırasındaki gen hatalarından dolayı oluyor-muş. Yani yapılan, yenilen birşeyden değil; yani suçlusu yok-muş. Tabiat doğal seleksiyon içinde en ufak hatayı bile affetmiyor-muş. Hatalı bir embriyo anne vücudu tarafından algılanıyor ve gebelik hormonları durduruluyor-muş. İlk 12 haftada düşük olarak algılanmayan hatalar ilerki safhalarda geç düşük, erken doğum ve yeni doğan bebek ölümlerine neden oluyor-muş. Sağlıklı üreyen her kadının düşük geçirme olasılığı %25-miş. Yani her 4 kadından 1'i düşük yapıyor-muş. Düşük yapan bir kadının tekrar düşük yapma olasılığı %20 imiş, yani başladığın noktaya geri dönüş-müş. Daha ayrıntılı bilgi için; http://www.mumcu.com/html/article.php?sid=112

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder