5 Haziran 2014 Perşembe

Sabır Biterken

Günlerdir keyfimiz yerindeydi, anlaşıyorduk. Bugün birşey oldu! Sabahtan beri çekişiyoruz.

Ben yapma dedikçe o yapıyor. Canı acıyınca ağlıyor. Kızınca ağlıyor. Dibimden ayrılmıyor.

Sabah 6'da uyanmasının yan etkisi olabilir elbette; ama buna nasıl engel olabilirim? Zaten akşam 9'u buluyor uyuması. Bir saat odasında takılıyoruz uyku hazırlığı kapsamında; banyo, tuvalet, kitap, su, tuvalet, masal, hokus pokus (korkularından ötürü) vs vs...

İki numara gelince bunların yarısını bulabilirse şanslı saysın kendini! Bazen çok mu yüz veriyoruz demekden kendimi alamıyorum.

Bu sabah tutturdu televizyon aç diye. Sabah sabah tv açtığımız tarihte hiç görülmemiştir halbuki. Olmaz dedim. Mızırdandı. Parka gideceğimizi, arkadaşlarıyla buluşacağımızı, o nedenle oyun oynamak istiyorsa oynamasını söyledim. Koltuğa uzanıp hadi gel uyuyalım, dedi. Uyumak vakti şimdi değil, sabahtı canım diyerek uyuz oldum kendi kendime...

Önceki gün aldığım ve onlarca kez giyip çıkardığı crocs terliklerini giyemedi. Ağlamaya başladı. Ayağından çıkarırken, bunları istemiyorum, geri gönder, sevmedim diye söyleniyordu ve çıkarınca fırlatıp atarken tuttum. Tamam, aldım elinden götürüp yetişemeyeceği bir yere koydum. Geri gidecek bunlar, deyince kıymete bindi tabii. Bu kez bana terliklerimi ver diye ağlamaya başladı. Bir fasıl da böyle geçti. Saat henüz sabah 9 olmamıştı.

Ardından giyinmesi için dil döktüm. Daha sonra hazırlandık, ayakkabılarını al, ben de çamaşırları asayım, dedim. Gitti çizmelerini aldı. Ayakkabılarını giy, dedim. İnadına yapar gibi çizmelerini giyip ayağımın altında dolaştı. O sırada da kafasını bir köşeye vurdu. Söylenmeden duramadım. Beni dinlesen canın yanmayacak, diye. O ağladı, ben söylendim.

Nihayet arabaya bindiğimizde, elbette karşılıklı söylenerek, ortalık duruldu. Öyle bir çocuk ki, sokakta melek. Bunları anlatınca kimse bana inanmıyor elbet!

Parkta da melekti arkadaşlarıyla oynarken. Eve geldik öğle yemeği için. Şansına sevdiği şeyler vardı, güzelce yedi, yedik. Hadi uyuyalım, dedim. Hamilelikten ötürü gün içinde dinlenmek bana iyi geliyordu. Zaten gece uykularım berbat, o da başka bir yazı konusu olsun. Önce uyumak istemedi; ama ben koltuğa uzanınca yavaş yavaş yanıma geldi ve uyuduk. Sarılıp, öpüştük bolca da konuştuk öncesinde.

Uyandıktan sonra çiş yapalım gel dedim, gelmedi. Sonra oturup altına yaptı. Ben birazcık söylendim; çünkü yanlış yaptığını bilmesi gerekti. Kuru uyanıp da oturduğu yerde çiş yapmak artık yaramazlıktı. Üzerini değiştirirken bebek olmadığını, uyanınca tuvalete gitmesi gerektiğini söyledim. Bir senedir sadece birkaç kaza yapmıştı gündüzleri, bu yaptığı beni kızdırdı açıkçası. Sonra bana televizyon aç diye ağlamaya başladı. Ağlamasına gerek olmadığını, zaten tv açacağımı; ama önce susması gerektiğini söyledim. Sabırlı olması gerektiğini belirttim. Beklemeyi öğrendiği günlerdeydik. Yarım saat tv ardından televizyonu kapattım ve bu kez kapattığım için kıyamet koptu. Hiç umursamadım açıkçası. Bir süre sonra sustu.

Bana yapışık halde gezmeye başladı, ayağımın altında, sürekli birşey isteyen modda. Karşıma aldım; bak çocuğum, ben seni sabah parka götürdüm, öğlen beraber yemek yedik, uyuduk, tv izledin artık yeter! Şimdi herkes kendi işine baksın. Anne kendi işini, sen kendi oyununu.

Beni rahat bıraktı mı? Elbette hayır... Her beş dakikada bir en geç, yanıma gelip birşey istedi ya da yapamadığı birşey için mızırdandı. 2 yaşı bitiriyoruz derken 3 yaş sendromu da yeni mi çıktı?

Kısacası bugün ikimizin de iyi bir günü değil ne yazık. Ve benim sabrım bitmek üzere artık... Daha önümüzde yatana dek bir dünya çekişme var. Gel babası gel...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder