28 Ekim 2010 Perşembe

Normal Mi?

İki gündür karın çekiştirmeleri başladı. Dün öğleden sonra kendini epey hissettirdi sanki regl olacakmışım gibi ağrılarla. Gece de yattığımda ortaya çıktı, epey güçlü olarak bu defa. Bir ara korktum kaybediyor muyum diye; ama birkaç dakika sonra azaldı ve ayağa kalkıp dolaşınca geçmişti. Yine de rahat bir uyku uyuyamadım.

Bugün yine bir başlıyor bir duruyor; sanki iğne batar gibi, bıçak saplar gibi sızlatıyor. Bizim yaramaz büyümeye çalışıyor umarım. Günde 1-2 defa sarımtrak, bej renkli akıntım var. Bunlar beni elbette sürekli endişelendiriyor. Her tuvalet ziyareti akıntı kontrolü yapılmasına bir neden. Gece yarısı tuvalet ziyaretleri bile.

Şu haftalar bir an önce geçse! Ne de uzunmuş bu hamilelik dile kolay 40 hafta, nerdeyse bir sene (52 hafta)...

26 Ekim 2010 Salı

Yine, Yeni, Yeniden

Bu sabah ilk doktor randevumuza gittik. Günlerdir doktora neler söyleyeceğimi tekrarlayıp durmuştum içimden, notlar almıştım unutmamak için. Hatta sabaha karşı uykum kaçtığında doktor bana gerekli özeni göstermiyordu düşüncemdeki senaryoda ve ben doktorla tartışıyor ve hatta onu şikayet ediyordum. Neyse ki sabah oldu.


Bu doktorla ilk defa karşılaşıyorduk Dr. C. İlk görüşte sakin, sessiz, kıl bir havası vardı. Eşim de içeriye gelebilir mi diye sorduğumda olumlu yanıt verdi ve bu ilk havayı ısıtmaya yetti. Şikayetimi sorduğunda “Hamileyim” dedim. Sanırım verdiğim cevaptan hamile olmaktan mutlu ya da mutsuz olduğumu belli edemedim ki karşılığında önce tebrik etti sonra duraklayıp “İstiyor muydunuz?” dedi. “Evet”lerimizin ardından son adet tarihime göre doğum gününü 28 Haziran 2011 olarak hesapladı. Bu arada ben dayanamayıp kafamdaki senaryolarda günlerdir hazırlandığım hikayeyi anlatmaya başladım; birkaç ay önceki kaçırılmış düşük(missed miscarriage) hikayemi. Bir ara sesimin çatallaşması doktoru da üzdü, ifadesi değişti. Bu hamilelikte de öncekinde olduğu gibi hiçbir belirti yaşamıyor olmamın beni tedirgin ettiğini söyledim. “Sana olabildiğince erken ultrason ayarlayalım” dedi. Birkaç form doldurduktan sonra elle karnımı muayene etti, kiloma baktı, tansiyonumu ölçtü. Herşey iyiydi.


Son bir haftadır açık kahverengi ve sarımtrak akıntılarım olduğundan bahsettim ayrılmadan önce. Kontrol için bebeğin henüz çok küçük olduğunu haftaya tekrar gelmemi istedi. Bebeğim henüz 5 haftalıktı; hatta geç ovulasyondan ötürü ki bunu da vücut ısımı takip ettiğimden dolayı biliyorum adet tarihime göre olan hesaptan 2-3 gün daha küçük olmalıydı. Odadan çıkmadan önce başka sorumuz olup olmadığını sordu. Eşim hemen atladı, “Doktor Bey eşim uçağa binebilir mi?” diye. Bu soru da notlarımdaydı; ama tamamen aklımdan çıkmıştı. Doktor bir sakınca bulunmadığını; ama şu anki akıntılarımdan dolayı endişe duyduğunu yine de çok problem olmayacağını söyledi.


Dün başım zonkluyordu sabaha dek; bunlar beni endişelendiriyor. Hep Hücre geliyor aklıma. O zaman da olmuş muydu diye düşünüyorum. Birçok hamile bayan sabah bulantılarından şikayet ediyor, bense keşke bende de olsa bilirdim hala içimde olduğunu diyorum. Yapabileceğim herşeyi yapıyorum; sağlıklı besleniyor, sigara ve alkol kullanmıyor, vitaminimi içiyorum. Bunlar dışında karnımdaki bebeği yaşatabilmek için yapabileceğim başka birşey olmaması çok acı. Keşke bir camekan olsaydı karnımız hamilelikte de neler olduğunu görebilseydik içeride.


Son araştırmama göre de bu tarz düşük yani bebek ölür; ama anne haftalarca farketmez ve taşımaya devam eder tarzı kaçırılmış düşük hamilelikte %1 oranında görülmekteymiş. Ne kadar şanssız bir insan olduğumu siz düşünün artık...

21 Ekim 2010 Perşembe

Hmm...

Ayın 19’u Salı günü reglimin en geç olması muhtemel gündü; Pazartesi gecesi ucuz çubuklara göre daha iyi başka bir testte pozitif sonucunu aldık, hem de akşam idrarıyla. Sevinçliydik; ama çok değil. Heyecanlanmadık. Sanki grip aşısı sonrası bağışıklık kazanmışım gibi bir rahatlama etkisi oldu üzerimizde. Hücre’den sonra beklediğim hamilelik haberinin bu kadar da tepkisiz olabileceğini düşünmemiştim. Elbette bunun altında yatan tek etken bu hamileliğin de birkaç hafta içinde bitme korkusu.

Şu son iki ayda eğer test üzerinde pozitif sonucu görürsem ne kadar sevineceğimi; ama bu karışık duygular içerisinde hüngür hüngür ağlayacağımı düşünüp ya da planlayıp durmuştum. Beklediğim olmadı. Ağlamadım, duygulanmadım bile. Ama bu demek değil ki karnımda uterusuma yerleşmeye çalışan canlıyı sevmiyorum ya da istemiyorum; sadece onu da kaybetmekten çok korkuyorum. Bu korku beni etkisi altına aldı. Şu anki 4 hafta 4 günlük halimden bile mutlu olamıyorum. Haksız mıyım ama yaşadıklarımdan sonra?

Salı gecesi eşimle yok yere bir tartışmaya girdik; önemsiz küçük birşey beni salya sümük içinde bıraktı. Banyoya gidip rahat rahat ağlarken farkettim ki bu aslında ne zamandır beklediğim pozitif sonuç sonrası gelmesi gereken gözyaşları. İyice döktüm içimi ve kendime söz verdim. Bu bebek içimde sağlıklı olduğu sürece kendimi hiç üzmemeye, hiçbir şeyi kafama takmamaya ve gelecekle ilgili planlar yapmamaya. Adı ne olsun, cinsiyeti ne olacak, kime benzeyecek konularını ikimiz de açılmadan kapatıyoruz. Sanki hamile değilim gibi devam ediyoruz yaşamımıza. Son iki haftadır süren hamilelik belirtilerim de yorgunluk ve uykusuzluk hariç yokoldu bugün. O nedenle hamile olup olmadığımı unutmak çok kolay. Hatta belki içimde büyümesi durdu, tuvalete gidip kan görebilirim her an diye de düşünmüyor değilim. Tek korkum yaşamadığı halde hala içimde taşımaya ve gün be gün büyüdüğüne dair umutlanmaya devam etmek tıpkı Hücre’de olduğu gibi.

Bu arada ilk doktor ranvevum haftaya 5 hafta 2 günlükken; ama burada ilk gitmem gereken sağlık ocağımsı bir klinik olduğundan doktor benim ne amaçla randevu aldığımı bile bilmiyor. Hamilelik hakkında bana vereceği bilmediğim bilgi yok, sadece belki içimi rahatlatmak için erken randevu ayarlar. Pek umudum yok ama?

17 Ekim 2010 Pazar

?+


Dünkü hüsrandan sonra Pazartesi’yi bekleyemeden ve pahalı testlerimi ne olur ne olmaz diye harcamak istemediğimden son kalan ucuz çubuklardan biriyle yine dayanamayarak test yaptım. Yine çok belli belirsiz olmasına rağmen önceki güne göre koyulaşmıştı. Eşime Bala yardımıyla (oynattığım eli koluyla) haberi verdim; ama o “Testi gördüm banyoda; ama çizgi görmedim üzerinde ben” deyince koşarak banyoya gittik. Işıkları açıp iyice bakınca o da önceki güne göre daha belirgin çizgi olduğunu kabul etti; ama yine de bekleyip emin olmayı önerdi. Garip olan ben nedense hiç duygulanmadım ve heyecanlanmadım...

13 Ekim 2010 Çarşamba

Yeni Bir Umut Olabilir Mi?

Dün akşamüzeri kasık bölgeme bıçak saplarcasına sızılar girip çıktı birkaç dakika boyunca. Reglimin başlamasına bir hafta kadar bir süre olduğunu varsayarsak hiç beklenmedik birşeydi bu da. Kendimi yorgun ve halsiz hissettiğimden ki boğazım da şişti sabahtan beri en iyisi akşamki yoga seansını es geçeyim dedim. Gece saat 10 civarı adet ağrısı gibi bir ağrı başladı bu defa ve nasıl uyuyacağım bu gece bu ağrı devam ederse diye düşünürken yaklaşık yarım saat sonra durdu. Hemen internet araştırmalarımı yaptım ovulasyonun 7. günü bu ağrılar ne olabilir diye. Yerleşme ağrısı çeken birkaç kişinin yazdıklarını ve uzman yorumlarını okudum. İçten içe sevinsem de düşük sonrası neyin ne olduğu belli olmayan birçok ağrı tecrübe etmiştim.


Sabaha kadar deliksiz bir uyku uyayamadım; önce çok üşüdüm, sonra çok terledim. Döne döne hava aydınlanmamıştı ki kuş cıvıltılarıyla uyandım. Hemen başucumdaki dereceyi alıp son iki aydır her sabah yaptığım gibi gibi bazal vücut ısımı ölçtüm. Düne göre 0,25 derece azalmış hatta ortalamanın altında bir noktaya ani düşüş yapmıştı. Şaşırdım ve sevindim. Yerleşme dibi (implantation dip) denilen birşey okumuştum daha önce bir yerlerde. Şöyle; yerleşme genelde ovulasyondan sonraki 7 ila 10. günler arasında olur ki 5 ve 14. günlere dek de genişletilebilir. Yumurtlama olayı kesinleşmiş ve vücut ısısı yükselmiş kişilerde bu günlerde ısıda belirgin bir düşüş veya yükseliş hamilelik habercisi olabilir. Ama bu demek değildir ki kesin hamilesin ve ayrıca bunu yaşamadan da hamile kalan insanlar var. Hatta fertility friend sitesindeki araştırmalara göre bunu yaşayan kişilerin %11’i hamile kalmamış, hamilelerin de ancak %23’ünde böyle belirgin bir ısı düşüşü gözlemlenmiş.


Peki neden oluyor dersek, kısaca yumurtanın atıldığı folikül projesteron üretmeye başlıyor ve bu vücut ısımızın yükselmesine neden oluyor. Eğer döllenme ve dolayısıyla yerleşme olmazsa folikül yavaş yavaş ölerek projesteron üretimini azaltıyor. Eğer yerleşme olursa folikülün ömrü uzuyor ve projesteron üretimi devam ediyor ta ki bu görevi yapacak plasenta oluşana dek. Böylece hamilelik boyunca vücut ısımız da ortalamanın üzerinde seyrediyor. Hatta hamilelikte vücut ısısının azalması düşük habercisi olabiliyormuş. O nedenle hamile kalsam bile sanırım uzunca bir süre her sabah vücut ısımı ölçmeye devam edeceğim.


Bu karışık duygular içerisinde işe doğru yol alırken bir anda içten içe bir korku geldi ya hamileysem diye. Kendime öyle garipsedim ki hem aylardır hamile kalmak için uğraşıyorum, denemedik şey bırakmıyorum hem de hamilelik ihtimali karşısında endişelenip korkuyorum. Sanırım düşük sonrası böyle oldum aynı şeyleri yaşarsam diye. Ya da bir daha hiç hamile kalamayacağımı düşünüyordum ki gene düşüncelerim beni ters köşeye yatırdı.


Tabii ki henüz kesin bir sonuç yok; belki de bir tesadüf bu yaşadıklarım son iki gündür. Yine de içimde az biraz umut olsun diyorum arada saplanan ağrıları hissedince. Seni mutlu eden ağrıların olması ne güzel!

11 Ekim 2010 Pazartesi

Beklenen Gün ya da Günler

Son birkaç aydır bugünü yaşamadığımı farkettim. Sürekli bir gün belirleyip o günü bekliyorum. Bu Hücre’den önce başlamıştı ve Hücre’yi kaybetmemle daha da güçlendi. Günler benim için o beklenen güne ulaşmak için çabucak geçmesi gereken bir zaman. Bu da yaşamımı etkilemeye başladı. Sanki bu bekleme günlerinde yaşamıyorum, o beklenen gün veya günler geldiğinde gerçekten yaşıyorum.


Bu beklenen gün genelde yumurtlama zamanım oluyor. Gelsin bir an önce diye sabırsızlanıyorum. Geldiğinde ise, geçecek bir an önce diye telaşlanıyorum. Ondan sonra iki haftalık bekleme başlıyor. Adet kanaması; bu ay gelecek mi gelmeyecek mi diye sabırsızlanmakla ve o günü beklemekle geçiyor diğer günler önemsizlermiş gibi.


Bu, Hücre olmadan önce bebek planlamaları yaparken de böyleydi. “Hadi ne bekliyoruz bebek yapalım” dediğinde eşim, “Öbür ay gelsin, bahar bebeği olsun, şu ay doğsun, bu burç olsun” gibi beklentilerim vardı. Hücre bir sürpriz yaptı ve benim bu umutlu-umutsuz bekleyişlerim suya düştü. Aklım başıma geldi sandım; ama gelmedi. Hala planlama yapıyorum. Bu kez de yılbaşından önce tehlikeli dönem bitsin de ailelere yeni yıl sürprizi olsun derdindeyim.


Hayatımı planlayamaz oldum ne zamandır. Bu beni, benden dolayı eşimi ve tabii ki evliliğimizi etkiler oldu. Şimdilik ciddi bir sorun yaşamadık; ama bu gidişat hayır değil. Bunu aklım başımdayken farkediyorum, ya da yanlışımı anladığımda. Aklımın başında olduğu zamanlar da olmadığı zamanlara göre nadir bu ara...


İş için yurtdışına gidecek olan eşim, “Haydi hazırlan öbür ay şuraya gidiyorum, sen de benimle geliyorsun. Sana da değişiklik olur hem.” dediğinde anında suratımı ekşitip olumsuz nedenleri bir bir sayıyorum. İlk düşüncem de ya hamile kalmışsam ve şu kadar haftalık olursa o zamana düşük tehlikesi çıkarsa uçağa binemem diye devam ediyor taa ki eşim benim onunla seyahat etmeyeceğimi kabullenene dek. Mantıklı bir anımda ise hayatımı daha hamile kalmadan nasıl bir kapalı kutuya çevirdiğimi görüyorum. Hayatımın güzel günleri, güzel yaşları geçiyor ve ben hergünden ayrı zevk almak yerine bir güne odaklanıp onu bekliyorum. Herşeyi kendime yasaklayıp o beklenen güne geri sayıyorum. Tabii ki beklediğim gerçekleşmeyince de umutsuzluk ve hüzün deryasında boğuluyorum birkaç gün. Ve sonra herşey yeniden başlıyor bir döngü halinde.

7 Ekim 2010 Perşembe

Hücre'den Sonrası

Bir gün mutlu bir gün mutsuzum. Bir gün gülümsüyorum, önemsemiyorum başıma gelenleri, insanların başında ne dertler var halime şükrediyorum. Bir an geliyor bir daha asla hamile kalamayacağımı düşünüp umutsuzlukta boğuluyorum. Son iki aydır korunmamamıza rağmen hamile kalamamam beni üzüyor, aklıma binbir türlü hastalıklar, dertler sokuyor. Yumurtlama öncesi günlerim eşime yaptığım bir işkenceye dönüşüyor. Aramız bozuluyor; düzeliyor. Yıpranıyoruz. “Daha ikinci ayda böyleyiz, insanlar yıllarca uğraşıyor bebek için rahat ol. Üzme canını, bizim üreme sorunumuz yok ki” diyor eşim; ama o zaman neden bazıları düşük yapar yapmaz hamile kalırken ben iki aydır kalamıyorum. Ağlıyorum bende bir sorun var diye. Kızıyor, yine de birşey diyemiyor “Senin tek derdin hamile kalmak mı şu dünyada?” haricinde. Evet, benim tek derdim hamile kalmak artık.


Etrafımdakilerin, akrabaların, arkadaşların bebek-çocuk-doğum hikayeleri buruk bir sevinç veriyor bana. Acı bir gülümseme ile karşılık veriyorum haberlerine. Hücre sağ olsaydı çoktan yarı yolumuzu aşmış, cinsiyetini öğrenmiş belki de bebek alışverişine başlamış olacaktık. Bunları düşünmek üzüyor beni. Bir an önce hamile kalmak istiyorum o zaman kaybetmemek için bu hayallerimi. Diğer yandan hamile kalınca ilk üç ayı nasıl geçireceğimi düşünmek bile istemiyorum.


Şimdiden vücudumdaki her ağrıyı, sızıyı takip eder oldum. Düşük sonrası yaşadıklarım ve okuduklarım beni bu konuda aşırı bilgi sahibi yapmaya yetti. Mesela yıllardır bilmediğim ovulasyon ağrısını, son iki aydır yaşayarak öğrendim. Bunda Hücre’yi kaybederken çektiğim acı ve ağrıları iyice anlayabilmemin bir mantığa oturtabilmemin mi payı var yoksa düşük yaralarının hala iyileşmemesi mi etkili bilemiyorum; ama yumurtlama zamanımda öncesinde ve sonrasında bazen güçlü bazen hafif, bazen duran bazen saatlerce süren ağrılar yaşıyorum Ağustos’tan beri.


Vücut sıcaklığımı ölçmeye başladım yumurtlama olup olmadığını bilmek için. Bu ay normalden oldukça geç yumurtlamam beni derin bir karamsarlığa soktu. Her sabah ateşimin yükselmesini bekledim; bebek çalışmalarına (bebek dansı diyoruz) önem verdim. Eşim “Yine mi, hala olmadı mı?” diye oflasa puflasa da. Nihayet sıcaklığım üç gün arka arkaya az da olsa yükseldi de rahatladım. Kasık ağrılarım da geçti gibi geldi, ya da psikolojik olarak geçti.


Sıcaklığa ilaveten vajinal akıntımı da takipteyim. Hücre öncesinde de farkeder olmuştum farklı akıntıları farklı zamanlarda görmeyi. Birleşme için önemini biliyordum, spermin yaşaması için gerekli olduğunu da. Hücre’den sonra daha dikkatle takip eder oldum. Akıntım çoksa eşime “Haydi dansa bugün de” diyorum, akıntım azsa bu defa niye az acaba diye kendi kendimi yiyorum, yüzüm düşüyor, canım sıkılıyor. Mutlu olmam imkansız ta ki o azıcık sıvıyı görene dek. Eşim artık eve gelir gelmez “Var mı bu gece de bebek dansı?” diye sorar oldu. Eğer ses çıkarmıyorsam bu dönemin bittiğini anlıyor.


En kötüsü geçen aydı. Hafif bir mide bulantısı, gaz, baş ağrıları, tükürük fazlalığı, koyu renk idrar, burnumu temizlerken kanama, şişkinlik, ağızda garip tat, kokulara hassasiyet, uyku isteği hergünkü rahatsızlıklarımdı. Öyle emindim ki bunların hamilelik belirtileri olduğundan. Bir tek göğüslerim büyümemişti yeteri kadar. Hücre’ye hamile olduğumda tek belirti kocaman ağrılı göğüslerdi. Kendimi hamile olduğuma inandırıp testler bile yapmıştım ve negatif çıkan sonuçları daha erken olmasına (ovulasyon sonrası 8. gün) yoruyordum. Hastalanıp da kırmızı kanı gördüğümde çok güzel bir film izliyorduk evde heyecanla. Ve tabii ki benim o an ne film görecek halim kaldı ne de kendime ve gelecekteki bebeğimize inancım. Oturup ağladım. Sonra her zamanki gibi anlık hal değişikliklerim sayesinde tekrar düşük yapmaktansa hamile kalamayayım dediğim geldi aklıma günler önce. Onunla avuttum kendimi. Hatta annem erkek kardeşime hamileyken regl olmuş birkaç ay ve farketmemiş hamile olduğunu. Öyle olabilir mi benim de diye hala umut yitirmediğim bile oldu günlerce. Test yapmamış olsam da içten içe yanıldığımı biliyordum, zaten ateşim de düşmüştü. Şöyle düşünmek lazım heralde her yeni kanama yeni bir hamileliğe umut.


Şimdi gene bekleme devresindeyim. Geçen ay yaptığım gibi iki günde bir hamilelik testleri yapmayacağım bu defa. 11. günü bekleyeceğim en azından. Şimdi de kokulara hassasım, ama diyorum ki ben zaten kokulara hassastım hep. Şimdide kasık ağrım var, ama gaz ya da yediklerimden diyorum. Bu ay da umutlanıp tekrar umudumu kaybetmek istemiyorum. Hatta kahve falında yılbaşında aileye bir müjdeli haber geliyor çıksa da.


Kızkardeşime anlattım Hücre’yi ve yaşadıklarımı geçenlerde. Çok normalmiş gibi karşıladı. Ya benim anlatış tarzımdan ya da ona uzaktan öyle normal birşey gibi geldiğinden. “İlk hamileliklerde çok görülüyormuş düşük zaten” dedi. Annem duysun istemedim. Her komşusuna olayı anlatmasının yanında bu duruma çok üzüleceğini bildiğimden. Biraz da yargılayacağından korktum, “Bak zamanında çocuk yapmadınız yaşınız otuzu geçti, zor olur artık” demesinden. İçten içe bunun doğruluk payı olduğunu düşünüyorum; ama başkasının söylemesi annem bile olsa bana dokunur. Çünkü ben kendimi otuzumu geçtim diye büyümüş, olgunlaşmış ve yaşı geçmiş olarak görmedim hiç. Ayrıca üniversite yıllarımdan tanıdığım tüm yaşıtlarım bu sene hamile kaldılar; bu da bir tesadüf olmasa gerek. Yine de ilerde anneme anlatmak isterim Hücre’mi. Kendisi erkek kardeşimi doğumdan 3 ay sonra kaybetmişti. Çektiği acı benimkinin yüzlerce binlerce katı olsa gerek. Beni kardeşimden daha çok anlayacağını biliyorum. Sadece henüz anlatmak istemiyorum.